•KAÇIŞ•

9K 834 476
                                    


Medyadaki afiş için pnrruzn a çok çok teşekkür ediyorum ve bu bölümü ona armağan ediyorum

Yanından geçenlere temas etmemek için biraz daha yana kaydı Prenses. Telaşlı koşuşturmacaların arasında kendisini fark edemeyen hizmetkarlar, yuvalarına yiyecek taşıyan karıncalar misali çeviklerdi. Normal zamanlarda ayak seslerinin yankılandığı sessiz loş sofalar, son günlerde fazla gürültülüydü. Düğüne son bir gün kalmış olmasının verdiği heyecan, alınan nefeste bile varlığını hissettiriyordu. Hebe'nin bu karmaşaya katılmak gibi bir niyeti yoktu, sadece odada patlama derecesine gelmişti. Bu yüzden de hava almak istemişti ama daha çok geçmeden odadan çıkmanın kötü bir fikir olduğunu anlamıştı.

Üzerine üzerine gelen bu telaşlı kalabalık, kuytu bir köşeye saklanma isteğini iyiden iyiye körüklemişti. Önüne çıkan ilk köşeden daha sakin görünen başka bir koridora saptı. Duvarlardaki fenerlerin sarı fersiz ışıkları, yolunu zar zor aydınlatırken Kraliçe ve Kralın odasına doğru yol aldığını geç fark etmişti. Kendini sokacak sakin bir delik ararken hangi yöne gittiğini umursamamıştı ve yolun sonu buraya çıkmıştı işte. Annesini son gördüğü zaman, birlikte Kral'ı uğurladıkları gündü. O gün Kraliçe'nin yüzünün düşük olduğunu fark etmişti ama nedenini sormamıştı. Onun da Sira gibi Kral'ın düğüne yetişememesinden korktuğunu var saymıştı.

Ayakları kendisini buraya sürüklemişken annesine küçük bir "Merhaba," bırakmaya karar verdi. Kapıda taş kesilmiş gibi dikilen nöbetçileri geçip hizmetkarların açtığı kapıdan içeri girdiğinde ellerinde koca ipek bohçalar taşıyan iki kadınla burun buruna geliverdi. Kadınlara çarpmamak için geri adım atarken onları süzdü. Birinin siması oldukça tanıdık gelirken diğeri fazlasıyla yabancıydı zihnine. Onların eğilerek selam vermelerini izlerken tanıdık gelen kadını daha önce nerede gördüğünü düşündü ama hatırlayamadı.

Kadınların kenara çekilip açtıkları aralıktan içeri girerken boş düşünceleri bir kenara bıraktı. Gözüyle koca odayı taradıktan sonra cam duvarlara bakan küçük bir koltuğa pusmuş Kraliçe'nin kestane rengi saçlarını yakaladı bakışları. Kendisine sırtı dönük olan kadına yaklaştığında duvarları döven sağanağın sesini daha net duymaya başlamıştı. Sabahın erken saatlerinde başlayan deli yağmur, bütün Pays'ı baştan sona yıkıyordu. Koltuğun yanına gelip durduğunda sanki süzülen damlaları tutabilecekmiş gibi avcunu cama dayadı ve dışarıyı izleyen kadına baktı.

Yağış camın öbür tarafına ince bir perde çekmiş, görüş alanını kapatmıştı ama annesinin gözleri uzaktaki bir noktaya sabitlenmiş gibiydi. Kraliçe üzerinde gezinen gözün yeni farkına varmış gibi irkilip derin bir nefes aldı ve mırıldandı.

"Yağmurlar iki türlüdür Hebe; bazıları bereket getirir, bazıları felaket."

Konuşurken gözleri hala dalıp gittiği uzaklardaydı. Hebe, onun diğer tarafındaki koltuğa doğru yönelirken "Peki bu hangisi?" diye sordu.

"Buna şimdi karar veremezsin. Yarın çiçekler açarsa bereket demektir, kara bulutlar üşüşürse Pays'ın tepelerine işte o zaman felakete hazır ol."

"Öyleyse yarını beklemeliyiz," dedi Prenses kayıtsızca. Annesini taklit ederek oturduğu koltuğa iyice yerleşirken derin bir iç çekti. Kraliçe gibi uzaklara dalıp gitmek yerine gözünü kapadı. Sessiz bir ortam bulmanın sevinci, yüzünün her karışına yayılırken "Çıkanlar kimdi?" diye sordu.

"Furina birkaç hediye elbise yollamış." Memnuniyetsizce yüzünü buruşturdu Rea. Kadının ismini anmak bile onu rahatsız ediyordu. "Elysion'un ipeği ünlüdür biliyorsun. İstemediğimi söylesem de kadınlar susmak bilmedi, ben de aralarından bir tanesini almak zorunda kaldım." Gözünü açıp annesine baktı Prenses. Zümrüt yeşilleri hala uzaktaki o yerde gezinip duruyordu. Önündeki bir kaç tutamı arkada topladığı kahverengi saçlarına birkaç ak karışmıştı. Yorgun görünüyordu Kraliçe. Onun bu hali, Hebe'nin nedensizce hoşuna gitmemişti.

KÖR KRALİÇEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin