Güneşin sıcak ışınlarını, tenine bencilce hapsetmek için başını biraz daha geri yatırdı kadın. Gözlerini kapatıp bir süre durdu öylece. Işıklar tenine düştükçe parıldadı çehresi, karlı bir zemine gün doğmuş gibi kristaller oynaştı güzel yüzünde.Parmağının üzerinde hafif bir kıpırtı hissedince rahatını bozmadan gözlerinin hizasına kaldırdı elini. Küçük bir uğur böceğiydi kıpırtının sebebi. Nerede olduğunu ve ne yöne gittiğini bilmeden şuursuzca dönüp duruyordu hayvan.
"Sen şanslı doğanlardansın öyle değil mi?" diye sordu kadifemsi sesiyle.
"İnsanlar seni seviyorlar, uğur getireceğine inanıyorlar. Yerinde başka bir böcek olsa itelenirdi, hatta öldürülürdü. Onlardan farkın ne peki? Güzel kanatların mı? Bak bana güzel değil miyim? Peki neden senin gibi değer göreceğime öteki böcekler gibi iteleniyorum."
Beyaz derisinde gezinen küçük hayvanı biraz daha yaklaştırdı yüzüne ve sır verir gibi fısıldadı.
"Biliyor musun dünya hiç adaletli değil küçük."
Yanına yaklaşan hizmetkarı fark edince elindeki böceği silkeleyip gözlerini geri kapadı. Kim bilir hangi gereksiz konuyla rahatsız edilecekti yine? Ayak sesleri yanı başında durduğunda oturduğu banka biraz daha yayılıp kıza neden geldiğini sordu memnuniyetsizce.
"B-bağışlayın efendim," dedi hizmetkar utana sıkıla. Bir anlığına gözlerini aralayıp onun iki büklüm haline baktı kadın. Çalışanların kendisinden bu kadar çekinmesi hoşuna gidiyordu aslında ama "Ne kadar da zavallılar," diye düşünüp onlardan tiksinmeden de edemiyordu.
"Kraliçe sizi arıyor, sanırım birazdan buraya gelecek. Ben sadece haber vermek istedim."
Kızın konuşmasıyla birlikte dudakları yukarı doğru kıvrıldı, hem onun bu sefer kekelemeden cümlesini tamamlamasına sevinmişti hem de Kraliçe'nin kendisini arıyor olması gülünç gelmişti. Gözlerini açmadan elinin tersini hizmetkarın olduğu yere doğru savurup gitmesini emretti.
Ayak sesleri uzaklaştıktan sonra yine doğanın sesine verdi kulağını; nehrin usul usul süzülen sularının şırıltısı, hafif hafif esip saçlarını karıştıran rüzgar, yakınlaşıp uzaklaşan kuş sesleri ve sarayın arka tarafında eğitim gören muhafızların dağlardan yankılanıp ön tarafa ulaşan uğultuları...
Gözlerini aralayıp yerinde toparlandı ve her seferinde tabanındaki topraktan birer parça daha söküp götüren yeşil sulara baktı. Kraliçe bu sularda avuntu bulmaya çalışmıştı değil mi? Kendini boğup kurtulmaya çalışmıştı. "Ne büyük acizlik?" diye geçirdi içinden. Bu denli ağır mıydı acısı?
Hırsızın karısını kurtarma olayını anımsayınca kıkırdadı kendi kendine. Biri bu halini görse kesinlikle deli sanırdı ama o adamın yaptıkları, istemsizce güldürüyordu kendisini. Hebe, onun gibi birini bulmayı nasıl başarmıştı acaba? Ya da onu saraya getirmeye nasıl razı olmuştu? Bütün bunlarda kendi payının yüksek olduğu kesindi. Taht konusunda bilerek kışkırtmıştı kadını ama gerçekten böyle bir işe kalkışacağını hiç düşünmemişti.
"Duvarlar sizi boğmuş olmalı?"
Duyduğu sesle birlikte aklındaki düşüncelerden sıyrılıp ayağa kalktı. Başıyla Kraliçe'yi selamlarken yüzüne samimi bir ifade oturttu.
"Duvarlar özgürlüğümü kısıtlıyor Majesteleri, kendimi doğaya teslim ettim," dedi geri otururken.
Sadece başını sallamakla yetindi Hebe ve bankın boş kısmını doldurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÖR KRALİÇE
Historical FictionTarihi Kurgu#1 Her kötü, çirkin ve gudubet değildir. Her iyi de, masallarda anlatıldığı gibi gökten düşmüş bir peri kızı kadar güzel ve eşsiz olmaz. Bazen iyiliği kör bir kadının avuçlarında bulursun. Kimi zaman düzenbaz bir hırsız, asil bir soylu...