• AYRILIK •

7.8K 752 396
                                    

Prenses hazırlığını bitirip son detay olan küpeleri de kulağına iliştirirken aynada kendini süzdü. Bütün gerçeklikleri gözler önüne seren bu cam yığınlarına olan küskünlüğünü, şimdilik bir kenara kaldırmıştı. Çünkü bugün güzel görünmek istiyordu, bu isteği sadece Sira içindi.

Üzerindeki boğazlı, kırmızı elbise vücudunun beline kadarki kısmını sımsıkı sarmıştı. Köprücük kemiğini açıkta bırakan küçük dekolteden parlayan beyaz teni, değerli taşlardan oluşan bir gerdanlık gibi ışıl ışıldı. Kestane kahvesi dalgalı saçlarını at kuyruğu yapıp toplamıştı. Sol gözünün üzerine de, özel olarak tasarlanmış mücevherler arasından bir tane yerleştirivermişti. Bu haliyle, şu güzel görünme meselesini az çok başarmış görünüyordu.

Aynanın karşısından ayrılıp yatağının başucundaki komodin işlevi gören küçük masaya yürürken gözü duvardaki resimde takılı kaldı. Kardeşi ve kendisi yan yana ne kadar da eğreti durmuşlardı öyle. Tablo, iki ayrı parçadan zorla bir bütün haline getirilmiş izlenimi veriyordu. Biri ruhsuz, iç karartan; diğeri cıvıltısıyla kelebekler uçuran iki kadın hakikaten ender rastlanacak bir portre çıkarmışlardı ortaya. Sira " İki ressam getirttim Hebe. Çizilen tabloların biri sende biri de bende kalacak," dediğinde her ne kadar karşı çıkmış olsa da bu tabloyu şimdiden sevmişti. 

Mızmız kardeşinin, resimlere türlü türlü kulp takıp sonunda birinde karar kıldığı anları hatırlayınca dudakları hafifçe kıvrıldı. Onun gidişinin ardından miras kalacak koca boşluğu şimdiden hissetmeye başlamıştı. Aslında gideceği yer ve ailesi olacak insanlar iyiye benziyorlardı. Sabaha karşı Pays Sarayı'na teşrif eden Şavnlı misafirler ile epey vakit geçirmişti Hebe. Kral ve Kraliçe aradaki kültür farkına rağmen oldukça uyumlulardı. Sadece Payslıların aksine daha katı kuralları vardı, biraz da disiplinlilerdi. Kardeşinin disiplinli bir hayata alışmakta zorlanacağını düşününce yüzünü buruşturdu. Yine de bu kadarına alışabilirdi herhalde. Daldığı düşüncelerden silkelenerek kendine geldi ve masanın üzerinden Sira için hazırlattığı düğün hediyesini alıp odadan çıktı. Ona küçük, oyma bir gemi yaptırmıştı. Sira'nın maddi değeri yüksek hediyelere ihtiyacı yoktu, o yüzden ona bu hediyeyi uygun görmüştü. 

Küçük Prensesin, çocukluktan bu yana en büyük hayali deniz seferine çıkmaktı ama şartlar bir türlü bu hayale el vermemişti. Hebe de bu hayalden yola çıkıp özel bir gemi oyması yaptırmıştı kardeşine. Sira'nın bu hediyeye bayılacağını biliyordu. Odadan çıktığında peşine kuyruk gibi takılan hizmetkarları görmezden gelip uzun koridorları birer birer atladı. Saraydan çıkıp merdivenlere yönelirken önceki günün bütün çamurunun, suyunun kuruduğunu gördü. Ağır adımlarla bahçeye doğru ilerledi, ağaçlardaki tek tük açmaya başlayan çiçekleri fark edince durakladı. Annesinin önceki gün sarf ettiği sözler kulaklarını çınlatırken "Çiçekler açıyor," diye mırıldandı. 

"Desene yağmur bereket getirdi."

Bahçedeki çoğalan uğultu, daldığı düşünceleri kesintiye uğratınca tekrar harekete geçti ve adımlarını hızlandırdı. Konuklar yerleşmeden yerini almalıydı yoksa selamlama denen boğucu fasıldan kurtulma şansını kaybedecekti. Merdivenin son basamağına vardığında durup düğün alanını kısaca süzdü.

Her şey Sira'nın istediği gibi hazırlanmıştı. Tatlı turuncu tül masa örtüleri, üzerlerinde siyah kurdeleler, her yeri süsleyen mor zambaklar, bahçeyi çevreleyen sarmaşıklara asılmış fenerler, gelin ve damat için rengarenk papatyalarla süslenmiş özel bir masa ve diğerleri. Hepsi Küçük Prenses'in dilediği gibiydi. Bu renk karmaşası karşısında yüzünü buruşturdu Hebe. Sira'nın anlaşılmaz zevkleri bazen gözünü yoruyordu. Bunu kardeşine defalarca kez söylese de değişen hiçbir şey olmayacağına emindi. O yine kendi bildiğini okuyup renkleri birbirine katardı.

KÖR KRALİÇEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin