•ÇIĞLIK•

6.7K 779 411
                                    

Güneşin en tepeye kurulup eteğindeki kavurucu sıcağı yeryüzüne silkelediği saatlerdi. Yağan son yağmurdan sonra havayı sıcak günler esir almıştı ve gün boyu terler içinde kalan Payslılar, bu durumdan pek de memnun değillerdi.

Hatta sıcak, Kraliçe'nin gidişini bile çoktan unutturmuştu halka. Uğurlama töreninin ertesi gün, hüzün günü ilan edilmişti Pays topraklarında ve herkes kendince yasını tutmuştu. Ardından geçen iki gün ise düzen kaldığı yerden devam etmiş ve hiç var olmamış gibi kayıplara karışmıştı Rea'nın acısı.

Sarayda ise durum farklıydı; Kral her gün biraz daha soluyor, biraz daha içine çekiliyordu. Kraliçe'nin bıraktığı koca boşlukta kaybolmuş gibiydi. Her sabah karısını ziyaret edip mezarını suluyor sonra da çalışma odasına kapanıp gününü orada tamamlıyordu. Aynı rutin Hebe içinde geçerliydi. Tek fark babasının sabah suladığı toprağı öğlen ya da akşam sulamasıydı ve bugün de seçimi öğleden yanaydı.

Sıcağa aldırış etmeden mezarın başına oturdu. Elindeki nehir suyundan toprağa serpiştirirken canının, önceki günler kadar yanmadığını hissetti. Ruhu artık alışıyordu Kraliçe'nin yokluğuna.

"Haklısın," dedi mezarı örten çiçeklerin yapraklarını okşarken.

"Hayattayken bu kadar çok gelmemiştim ziyaretine. Bana kızmakta haklısın."

Annesi karşısındaymış gibi öne eğdi kafasını. Sesine yansıyan suçluluğu gerçekten hissediyordu içinde bir yerlerde. Hala nefes alıyorken annesine daha çok zaman ayırmalıydı belki de ama insan denen varlık hep böyle değil miydi? Hep kaybettikten sonra anlamaz mıydı bir şeylerin değerini? Bir süre öylece kaldı ve elleriyle yaprakları okşamaya, toprağı ezmeye devam etti.

"Orası rahat mı?"

Soruyla birlikte eğdiği kafasını kaldırdı ve cevap verecek birini aradı karşısında. Bulamayınca da derin bir iç çekti.

"Buna inanmamı beklemiyorsun değil mi?" dedi bu sefer. Üç gündür gidip gelip içini döktüğü toprak yığınını bir kez daha süzdü baştan sona.

"Kuşların kanat çırpmasının bile bir nedeni varken senin nedensizce ölümüne nasıl inanabilirim?"

Cevap almak için gözlerini tekrar toprağa diktiği sırada kulağına ilişen seslerle birlikte yerinden kalktı. Çığlık atan bir kadın sesi, tüm bahçeye yayılırken neler olduğunu anlamak için hızlı adımlarla sese doğru ilerledi. Sarayın köşesinden dönüp ön bahçeye ulaştığında gürültünün kaynağı olan kalabalık karşılamıştı onu. Yerdeki sırtı dönük kadın bağırıp çağırıp kendini yırtarken onun etrafına dizilenmiş birkaç hizmetkar aralarında fısıldaşıyorlardı.

Hizmetkarları yarıp öne geçtiğinde yerdeki kadının karşısında hıçkıra hıçkıra ağlayan Amanda'yı gördü. Kadının kim olduğunu görmese de anlamıştı artık, Amanda'nın annesiydi. Son zamanlarda durumunun hepten kötüye gittiğini işitmişti aslında ama bu denli olduğunu bilmiyordu. Gününün büyük bir kısmını Amanda'yla geçiriyor olsa da onun hiç annesi hakkında konuştuğunu duymamıştı. Kötüye gittiği bahsini de koridor köşelerinde yükselen hizmetkarların fısıldaşmalarından duymuştu.

Kadın, bu sefer üstünü başını çekiştirip yırtmaya başlayınca Amanda ona yaklaştı ama annesinin kulakları rahatsız eden tiz çığlığıyla birlikte geri çekildi. Hıçkırıkların arasında boğulmaya devam ederken "Benim!" diye bağırdı genç kız.

"Hatırla artık beni! Benim, kızın Amanda!"

Bu manzara karşısında yutkundu Prenses. Yardımcısını ilk kez böyle dağılmış görüyordu. Her zaman gülümseyen, efendisinin hiçbir hareketine alınmayan kız, gözyaşlarına boğulmuştu. Onun içinde büyüyen yarayı fark edemediği için kendine kızdı. Son zamanlarda sık sık düşüncelerini ele geçiren suçluluk duygusu yine gelip çöküverdi başına. Annesini ihmal ettiğini geç fark etmişti ama Amanda için hâlâ fırsatı vardı.

KÖR KRALİÇEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin