0.7 Noah

136 69 21
                                    

Evden çıktığımızda güneş karların üzerine ilk ışıklarını bırakmaya başlamıştı. Korku tüm benliğimi sarmıştı. Her attığımız adımda o kameralı adamın önümüze çıkacağını hayal etmekten kendimi alıkoyamıyordum.

Annemler daha hava aydınlanmadan evden çıkıp kardeşimin arama çalışmalarını gözlemlemek için polis bürosuna gitmişlerdi. Küçük kardeşlerim Leia ve Luke'da genelde yaptıkları gibi uyuyorlardı. Evden çıkarken onlara zarar gelmeyeceğinden emin olmak için pencereleri kapattığımızdan ve kapıyı kitlediğimizden emin olduk. Muhtemelen onlar uyanmadan biz dönmüş olurduk. Dönebilirsek...

Aslında yaptığımızın aptallık mı zekilik mi olduğu hakkında hiç bir fikrim yoktu. Ama eğer laptop elimizde değilken dahi o adam bizi izlemeye devam ediyorsa, laptoba sahipken bizi izlemesini tercih ederdim. En azından belki içinde ona karşı kullanabileceğimiz bir koz bulurduk. Polise o videoları verir miydik?... Hiç sanmıyorum. Polislerin bilmesi demek annemle babamın da bilmesi demekti ve onlar Jeff için bu kadar endişeliyken bir de bizim işin içine dahil olmamız hiç hoş olmazdı. Hem adam daha hiç bir saldırganlık yapmamıştı. Eğer yapacağını hissedersek, belki o zaman videoları hemen polise gönderirdik. Ama şu an yalnızca bizim elimizde olmalıydı onlar. Laptopa ulaşmalıydık.

Diz boyundaki karların ve uzun ağaçların arasından geçtik ve iki gece önce bulduğumuz kulübenin oraya vardık. Kulübe sabah ışığında daha bir eski görünüyordu. Tahtaları yosun tutmuştu ve çatısı yer yer delikti. İçi halen bomboştu. Bir anda başka bir şeyi daha merak ettim. Bizi buraya ulaştıran o parlak ışık neyin ışığıydı? O gün düşündüğüm, bu kulübenin bir köylünün eşya deposu olma fikri tamamen mantıksızdı. Burası bir köylünün değildi. Ama o ışık... Soru beni endişeye sürükledi. Unutmaya çalışıp o açılan delikten geri içeri atladım. Ian'da aynı şekilde yanıma geldi.

Bu sefer daha çok korkuyordum. Sonuçta buraya ilk girdiğimde o vahşet videosunu izlememiştim. İşi hızlıca halledip geri aydınlık gökyüzüne ulaşmak için can attığımdan adımlarımı hızlandırdım.

Sonunda bilgisayarların olduğu o Daha geniş olan bölgeye vardığımızda on dakika falan geçmişti. Ian kırmızı ekranlı bir laptobu alıp koltuğunun altına koyduktan sonra tam geri doğru yöneliyorduk ki mağaranın daralarak devam eden karşıdaki bölgesinden gelen bir ışığı fark ettik. Oranın en derinliğinden geliyor gibiydi. Bizim o gün göl kenarında otururken gördüğümüz turuncu ışıktandı.

Bir süre ikimizde hareketsizdik. Kıpırdasak ışığın sahibinin yanımıza geleceğinden korkuyorduk. Bizi kendimize getiren şey yüksek bir patlama sesi oldu. Tam arkamızdan gelen yüksek bir patlama sesi ve devamınsa toz ile toprak...

Tozlar dağılıp etrafı görmemiz mümkün hale geldiğinde telefonlarımızın ışığını o tarafa doğrulttuk. Döndüğümüz yol... Döndüğümüz yol patlama sesinin ardından çökmüş ve tamamen kapanmıştı. Burada sıkışıp kalmıştık! Bu olamazdı. Olmamalıydı. Arkamızdaki yolu kim patlatacaktı? Takım elbiseli adamlar mı? Onlar...

İleriden gelen o turuncu ışık da gitmişti artık. Tek yolumuz o ışığın önceden olduğu yerdi.

Bir köşeye oturduk. İkimizde gelecek bir tehlikeye karşı hazırlıklı olmaya çalışıyorduk ama en fazla ne kadar hazırlıklı olabilirdik ki? Ne bir kesici aletimiz vardı ne de silahımız. Gelecek tehlikeye en fazla insan gücüyle karşılık verebilirdik ki o da pek fazla bir şey kazandırmazdı bize

İkinci ŞansHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin