Sabahın ilk ışıklarıyla ancak dalabildiğim uykumdan yalnızca yarım saatbkadaf sonra uyanmamın sebebi Luke'un ısrarcı çığlıklarıydı. Aslında sabahları beni uyandırma şekli bu değildi. Devon ya da ben uyanana kadar beşiğinde sessizce yatar ve birimizin uyanıp onu beşiğinden almamızı beklerdi. Ama bu son birkaç gün içinde olanlar onu da etkilemiş gibiydi. Bir şekilde korkumu hissediyor olmalıydı. Korktuğumu biliyordu. Bir şeylerin yolunda olmadığını. Bu da bizimle birlikte onun da huzursuz olmasına yol açıyordu.
Bazen ne kadar uykunuz olsa da, ne kadar eve gidip sıcak ve rahat yatağınızda uyumanın hayalini kursanız da, başınızı yastığa koyduğunuz zaman uykunuz kaçar ya, düşünmekten uyuyamazsınız. Düşüncelerim uyumama izin vermiyordu. Onları susturmaya çalışsam bile asla sessiz kalmayacaklardı.
Jeff hakkında endişeli olsam da en azından birkaç saatliğine onu aklımdan çıkarıp uyumam gerekiyordu. Uykuya ihtiyacım vardı. Yanımda yatan ve günün yorgunluğunun üzerine çökmesiyle erkenden uyuyabilen Devon'a adeta kıskanarak bakmıştım.
Eskiden büyük sorunlarım olduğunda, kendi başıma üstesinden gelemeyeceğim bir şey yaşadığımda yanımda Jane olurdu. Ama şimdi bana destek olamayacak kadar meşguldü. Onun da Devon'un da oğlumu bulmaya çalıştığı için bu kadar meşgul olduklarını ve beni teselli edecek vakit bulamadıklarını biliyordum. Ama eskiden ağlarken omzumda hissettiğim eli özlemiştim. Eskisi gibi bana sarılmasına ihtiyacım vardı. Sevgisini hissetmeye ve her zaman yanımda olacak birinin varlığını bilmeye. Beni öz annemden bile daha çok sevmiş, bana daha çok değer vermiş ve her zaman en iyi arkadaşım olacağına söz vermişti. Her zaman yanımda olacağına. Bana her şeyin daha güzel olacağını değil, zor günlerimin de olacağını ama her zaman birlikte atlatacağımızı söylemişti. Öyle yapıyordu...
Luke'un ısrarcı çığlıkları daha da gürültülü bir hal almıştı. Her zaman yaptığım gibi yine tavanı izlemekten vazgeçtim ve açık mavi ağırlıklı odaya girdim. Eskiden, Luke doğmadan önce yaptığımız bu odaya girmek bana mutlu hissettirirdi. Pudra mavisi duvarları ile bu odayı çok severdim. Belki de her yerine küçük oğlumun tatlı kokusu sindiği içindi. Ama artık sadece burası değil, evin sevdiğim her odası -Leia'nın pembelere boğulmuş odası, ikizler küçükken köpeğimiz Joe ile oynadıkları arka bahçe, verandadaki salıncak...- artık bana hiçbir şey ifade etmemeye başlamıştı. Evimin en sevdiğim köşeleri bile içimi karartıyor, kendimi dışarı atmak istememe neden oluyordu. Luke'u sakinleştirip yatağa, Devon'un kolları arasına bırakıp aşağı indim. Bir yandan da onları orada bırakıp aşağı inmek için kendimi zorlamam gerekiyordu. Normalde olsa Luke'un küçük kollarıyla nasıl da babasına sarılmaya çalışmasını saatlerce izleyebilirdim.
Ön kapının önünde durup beyaz paltomu giyerken, birkaç gün önce Jeff'in bu kapıdan bize Jackson'la buluşacağıyla ilgili söylediği yalan dışında tek kelime etmeden çıktığında ne hissettiğini, ne düşündüğünü merak ettim.
Kapıyı açar açmaz soğuk hava yüzüme çarpmış, beni gerçek dünyaya geri getirmişti. Bana ne yapmam gerektiğini hatırlatmıştı. Jeff gibi düşünmeliydim. Belki o da büyük,ağır ön kapıdan çıkıp kendini yola attığında, az önce benim de yaptığım gibi kendini bazı sıkıntılarından uzaklaştırmak istiyordu. Belki de çocukluğunda bile bana hiç söylemediği, kimseyle paylaşmadığı, asla dışa vurmadığı sorunlarının yol açtığı kötü hissi dışarıda bırakmak istemişti. Yerdeki kalın kar tabakasına neden olacak kadar soğuk hava onu, verdiği birkaç derin nefesle, belki birkaç hıçkırıkla dışarı attığı negatif enerjisinin kar taneleriyle birlikte buz gibi havada asılı kalacağını düşünmeye itmiş olmalıydı.
Onu bulmak istiyorsam onun gibi düşünmem gerekiyordu. Görmediğimi sandığı sigara paketini montunun iç cebinden çıkarıp dumanını rahatça önce ciğerlerine doldurup sonra dışarı üfleyebileceği bir yere gitmesi gerekiyordu. Ne Jane, ne Devon, ne kardeşlerinden biri ne de bana yakalanmayacağı bir yere. Bunun dışında yalnız da kalmak istiyordu. Tamamen yalnız olmak. Keşke her şey bu noktaya gelmeden önce derdini bana anlatmayı öğrenebilmiş olsaydı. Her ne sıkıntısı olursa olsun bana koşan, her şeyi bana anlatan Noah gibi. Ama artık büyüyorlardı ve bana olan ihtiyaçlarının giderek azaldığını istemeyerek de olsa kabul etmek zorundaydım. Umarım onun da benden sakladığı şeyler yoktur...
Paçalarını katladığım açık renkli, üzerime bol gelen kot pantolonumun açıkta bıraktığı çıplak bileklerim kar tabakasına batıp çıkıyordu. Pantolonumun paçaları ıslanmıştı. Siyah bağcıklı beyaz spor ayakkabılarımdan bahsetmeyeceğim bile. Paltomun önünü kapattıktan sonra kollarımı titreyen vücuduma sardım.
Kar taneleri omzuma dökülen sarı buklelerime tutunuyordu. Slade ve diğer tüm sorunlarım gibi. Onları saçlarımdan temizlemek için uğraşmayacaktım.
Jeff'in o sabah çıkarken kafasını dinlemek istediğini fark etmiştim. Yine ne olduğunu bilmesem de bir terslik vardı. Jeff yürüyüşe sadece kötü hissettiğinde, evden uzaklaşmak istediğinde çıkardı. O halde şehrin gürültüsünü kaldıramazdı. İnsanların daha az olduğu yollardan geçmeye başladım.
Sonunda hiç kimsenin olmadığı, sadece karla kaplı bembeyaz düz bir yol ve yolu takip eden, paralel ilerleyen çam ağaçlarını görene kadar ilerledim. Jeff'in tam durduğum yerde, sigarasını çıkarıp yaktığını ve yaktığı sigarayı dudaklarının arasına yerleştirdikten sonra çakmağını yürürken düşmeyeceğinden emin olabileceği bir şekilde dar kot pantolonunun cebine sıkıştırmaya çalışıyor, bir yandan da beyaz yolda çam ağaçlarının arasında yürüyordu. Bu kadar kalın bir kar tabakasının altında çakmağını arayamazdı.
Birden kurduğum hayalin gerçek olduğu, Jeff'in orada durup bana baktığı gibi çılgınca bir fikre kapıldım. Elbette orada değildi... Ama onu günlerdir görmemiştim. Onu o kadar özlemiştim ki... Birinin ona zarar vermiş olabileceği fikrini kabul etmek istemiyordum. Sanki bu ihtimali düşündükçe, kafamda canlandırdıkça gerçek olmaya o kadar yaklaşıyor gibiydi.
Bu düşünceyi kafamdan atmaya çalışarak yürümeye devam ettim. Çam ağaçları bir noktada bitiyordu. Biraz ilerisinde ise daha çok ağacın arasında kıçük bir ev vardı. Evin kapısının üstün de asılı duran boğa kafatası zaten bakımsız ve eski olan eve daha ürkütücü bir hava katıyordu.
Ne kadar korkutucu görünse de dondurucu soğuğa daha fazla dayanamayacaktım. Üstelik evden çıkmadan önce de hiçbir şey yememiştim. Bacadan yükselen duman ve buraya kadar gelen yemek kokusu evde oturan insanların kötü niyetli insanlar olabileceğini düşünmeme bir şekilde engel oluyordu. Bana kendi evimi hatırlatıyor, her zaman yaptığım hatayı yapmama neden oluyordu. Herkesin kendim gibi olduğunu düşünmeme.
Eski tahta merdivenler ağırlığımın altında gıcırdarken korkarak da olsa soğuktan parmak uçları morarmış elimi kaldırıp birkaç kez kapıya vurdum.-Bade 🍀
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İkinci Şans
Tajemnica / ThrillerBuraya bak cılız okur. Senin o geçirdiğin tüm uykusuz geceler gibi bir ömür geçiren bu aileye bak. Kanın işkenceyle harmanlandığı tüm o yılları oku. Bu hikayeyi okuman için ilk önce tüm bu vahşete hazırlanmalısın. Eğer hazırsan başlayabilirsin. ??⛓️?