Cat'in telefonda titremesini bastırmaya çalıştığı sesinde bir tuhaflık olduğunu biliyordum. Sanki hattın diğer ucundan benimle konuşan o değil de başka biriydi. Tanımadığım biri. Ama titrediğini biliyordum. Fark edebiliyordum.
Kısık, hala titreyen bir ses adımı söyleyebildi sonunda. Onun sessizliği sırasında diğer taraftan kulağıma aşina olduğum sesler ulaşıyordu. Hastanedeydi. Onun sustuğu sırada çevresindeki insanların kısık seslerle konuşmalarını, doktorların isimlerinin anons edildiğini, çağrı cihazlarından gelen zayıf, ritmik, bir yerden sonra rahatsız edici gelmeye başlayan tiz sesi ve doktorlarınve hemşirelerin giydiği beyaz spor ayakkabılarla uhum içinde sürüklenerek ilerletilen sedye ve servis arabalarının parlak, açık renkte zemin üzerinde döndüğünü duyabiliyordum.
Telefonu kapatır kapatmaz yarı koşarak, yarı düşerek indiğim, sonsuz gibi görünen merdivenlerin nasıl son bulduğunu, kendimi nasıl Schrouder Plaza'dan nasıl dışarı attığımı bilmiyordum bile. Daha bu sabah Boston Emniyet müdürlüğünün önüne park etmiş olduğum siyah Cadillac'ı park edildiği yerden nasıl çıkardığımı ya da yol boyunca kaç kuralı çiğnediğimi, kaç kırmızı ışığı gectiğimi de öyle.
Cat'in sadece telefonda titreyen sesinin hastanedeki seslerle karışmış olduğunu duymanın bile beni ne denli korkuttuğuna inanamıyordum. Onun hakkında her şeyden korkar olmuştum. Jason Slade bizi her şeyden tedirgin olacak hale getirmişti.
Belki de kimsenin bir şeyi yoktu. Belki de Cat sadece hastanedeki uzun ve uykusuz günlerinin sonlarına yaklaşırken gelen bir hastayla ilgilendiği sırada aramış ve oraya gitmemi sadece onu alıp eve götütmemi istemek için aramıştı.
Eskiden bazen iş çıkışında onu çalıştığı yerden, Schrouder Plaza'nın tam yanındaki adli tıp bürosundan alır ve eve kendi arabamla götürürdüm. Beyaz Lexus gece boyunca kapalı otoparkta kalır, ertesi sabah işe benim arabamla gelen Cat akşam eve onunla dönerdi. Ama artık onu hastaneden almak zorunda kalıyordum.
(Jeff)
Annem sonunda gelmiş ve günlerdir hayal ettiğim sahnede olduğu gibi o yatağımın yanındaki boş, açık renkli koltuklardab birine oturmuş ve elimi ellerinin arasına almıştı. Benin soğuk ellerimi kendi sıcak elleri arasında ısıtması bana tanıdık ama çok geçmişten gelen bir duyguyu tekrar yaşatmıştı. Özlemeye başladığım bir duyguyu.
Ben küçükken annem soğuk kış günlerinde üşümüş küçük ellerimizi, o zamanlar bize büyük ve dünya üzerinde en güvenli ve sıcak eller olduğunu düşündüğümüz, uzun parmaklı bembeyaz elleri arasına alır, sıcak nefesini ellerimize verirdi. Şimdi serumun takılı olduğu elimi tutuş şekli bana o günleri hatırlatmıştı.
O anda, o yanımda otururken zamanın durmasını istedim. Annem yanımdan hiç gitmesin diye. Hiç işi çıkmasın, hep yanımda oturup elimi tutsun diye. O anda zamanı durdurmak ve herkes donmuşken annemle birlikte onun adli tıpta işi çıkıp da çağrı cihazının sesinin oyunumuzu yarıda kestiği, beni bırakıp gitmek zorunda olduğu günlerin acısını çıkarmak istedim. Kollarıma uzanan kabloların hepsinden kurtulup, eski küçük bedenime geri dönmek ve annemin sıcak, güvenli kollarında uyuyakalmak istedim.
O huzurlu ama kısa süreceğini bildiğim zaman diliminde hiçbir şey umrumda değildi. Dokunulmaz gibiydim. Ne fiziksel ne de duygusal hiçbir acı, hiçbir kötü düşünce yattığım yatağa yaklaşamıyor gibiydi. Amnem yanımdayken hissettiklerim bunlardı. Ne Olivia'ya ne olduğunu düşünüp duran ve beni uyutmayan, korkudan gözümü bile kırpmama izin vermeyen beynim, ne boğazımdaki tüp, ne de derimin altındaki iğneler beni rahatsız edebiliyordu. Sanki hastane odasında değil de sadece annem yanımdayken gidebildiğim bambaşka bir dünyada gibi hissediyordum. Gözümü açıp kapamamla her şey değişecek, hastanenin beyaz duvarlarının yerini sonu görünmeyen ağaçlık bir alan alıp, değişmeyen tek şey annemin elimi sımsıkı tutuşu olacakmış gibi.
Ama öyle olmadı. Annem elimi bıraktı. Elimdeki sıcaklık bir anda kayboldu. Sessizliği annemin telefonu bozmuştu. Aldığım ilaçlar nedeniylengöz kapaklarım ağırlaşıp vücudumu uykunun kollarına teslim etmeden [nce duyduğum son şeyler annemin kendisine gelen hiçbir aramanın benden önemli olamayacağını söyleyip telefonu kapatmasıydı.
(Incarna)
Devon bir koluyla omuzlarımı sarmış, beni yolda yürümeye zorluyor gibiydi. Sanki kendi irademle yürüyemiyordum. Dizlerim yine çözülmüş ve bacaklarım cansız bir kuklanın kırılgan ve oynak ayaklarına dönüşmüştü. Yine de birkaç adım atabiliyordum ama korku yürümemi zorlaştırıyor, kafamda dolanıp duran şeyler az sonra olacaklarıb bir fragmanını izliyormuşum gibi hissettiriyordu.
Onunla bu konuşmayı yapmak tanıştığımız günden beri kaç kere aklımdan geçmişti, ve ben bu fikri kaç kere reddetmiştim hatırlamıyorum bile. Hem ona zarar verme ihtimalimden korktuğumdan, hem de beni bırakıp gideceğinden.
Sonunda ağaçlık alandaki, ağaçların arasında kalan açıklığa gelmiştik. Burası sanki belli bir şey için özellikle ortası boş bırakılmış ağaçlık bir alana benziyordu. Ay ışığı ise sanki buraya gelişimiz çok önceden dikkatkice planlanmış gibi tam da olduğumuz yere, açıklığa vuruyordu.
Tenimdeki karıncalanmayı hissederken Devon'un şaşkınlıkla büyüyen gözlerini görmemek için başımı eğdim. Aslında... Biraz da yüzümü saklamak için.
-Bade 🍀
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İkinci Şans
Misteri / ThrillerBuraya bak cılız okur. Senin o geçirdiğin tüm uykusuz geceler gibi bir ömür geçiren bu aileye bak. Kanın işkenceyle harmanlandığı tüm o yılları oku. Bu hikayeyi okuman için ilk önce tüm bu vahşete hazırlanmalısın. Eğer hazırsan başlayabilirsin. ??⛓️?