Kapının vurulmasıyla anlamaya çalıştığım kitaptan kafamı kaldırıp o tarafa döndüm. İçimde küçük bir korku vardı. Acaba beni tekrar o koltuğa bağlarlar mı?
Israrlı çalış devam ettiğinde kapıya yanaşdım. Elim ilk önce kilide gitti. Kendimi buraya kilitleyip, kapının önünü kapatarak sonsuza dek burada yaşayabilirdim. Ölmekten iyiydi. Yine de merakıma yenik düşerek elimi kapı koluna koydum ve kapıyı açtım.
Karşımdaki manzara tüm korkumun tekrardan yok olup yüzüme gülümsemenin yerleşmesine sebep oldu. Kısa boylu, üçgen şapkalı bir adam elinde tepsiyle önümde dikiliyordu. Gümüş tepsinin üstünde her çeşit yemek var gibiydi. Büyük bir kızarmış inek budu, petekleri dopdolu bir tabak bal, üstü susamlarla süslenmiş yoğurt, kızarmış sebzeler ve bir tabak kadayıf. Yanında ise büyük bir şişe şarap vardı.
Tepsiye göz gezdirmek bile karnımı doyurmuştu. Aslında bu yaşama alışabilirdim. Adam içeri girip, daha önce görmediğim ve odanın sağ tarafında bulunan kapıdan içeri girdi. Ben de arkasından gittim. Yemek odası olmalıydı. Odada yalnızca yaklaşık yirmi kişilik tahta bir masa ve sandalyeler vardı. Masada tabaklar, çatallar ve bardaklar hazırdı.
Adam elindeki tepsiyi masanın baş köşesine koyduktan sonra dışarı çıktı.
Halen elimde tuttuğum kitabı masanın üstüne bırakıp yemeğe adeta atladım. Çok acıkmıştım. Bu mağaraların içinde kaç gün geçirdiğimi bilmiyordum fakat çok uzun süre olmuştu. O zamandan beri aç ve susuzdum. Yemekten ilk hırsımı aldıktan sonra şişedeki buz gibi olan şarabı altın kaplama kadehe döküp boğazımı yakmasına aldırmadan tek dikişte bitirdim. Bu susuzluğumu ve açlığımı bastırmıştı. Artık yavaşlayabilirdim.
Yemekten kafamı kaldırdığımda yam yanımda dikilen Ian'ı gördüm. Daha demin çıkan adam kapıyı örtmeden Ian içeri girmiş olmalıydı. Onu gördüğümde içimde ani bir öfkenin yükselmesi ve sönmesi bir oldu. Beni öldürmeye çalışmış olsa da kardeşimdi ve ona bağırıp çağırmayacaktım. Cezasını ödeyecek olanlar, onu bu hale getirmiş olanlardı. Yine de Ian'ı affetmeyecektim.
Yüsüne baktığımda halen şaşkınlığının gitmediğini fark ettim. "Ne halt ediyorsun sen?" dedi kısık bir sesle. Sanki bir kaç saat önce koynunda tuttuğu yılan gibi tıslamıştı.
"Liderinle böyle konuştuğun sürece örgüte giremezsin" tavrım alaycıydı. Ian'ı ciddiye alacak halde değildim. Ona, her şey bittiğinde ciddi bir tavır alacaktım.
Yanımdaki sandalyeye benimle daha rahat göz teması kurabilmek adına oturdu. "Sen lider falan değilsin. Sen şeytan değilsin."
Güldüm. Şeytanın olduğuna ve hatta bu evreni yöneten kişi olduğuna bile inanan kardeşim benim şeytan olduğuma inanmamıştı. Ama inandırmanın zor olmayacağına da emindim. Biraz daha bu toplumjn içinde kalırsa onlar gibi Ian'da benim liderleri olduğuma inanırdı. Yine de bir cevap vermeden önümdeki yemeği yemeye devam ettim.
Ian tekrardan o fısıltıya benzer sesiyle konuştu. "Her şeyi mahvettin. Tüm örgütü."
Elimdeki çatalı bırakıp Ian'a doğru yüzümü yaklaştırdım. "Sen tüm ailemizi mahvetmek üzereydin. Benim yaşamıma son vermek üzereydin. Hemde ne uğruna biliyor musun?"
Ian hiç bir şey demeden gözlerini benim gözlerimden ayırıp masaya çevirdi.
"benim şeytan olduğuma inanan aptal bir topluluk uğruna." ayağa kalktım ve kardeşimin arkasına geçip omuzlarından tuttum. "Eğer bir şeytana itaat ermek istiyorsan şimdi edeceksin. Bundan sonra istediğim her şeyi harfi harfine yapacaksın yoksa senin bana kurban edilmeni isterim."
Ian'ın ürperdiğini omuzlarından anlamıştım. Onun asla öldürülmesine göz yummazdım. O cezasını şiddet ile, ölüm ile çekmeyecekti. Onun cezasını düşünmüştüm fakat eve gidip ikimizde güvende olana kadar ona hiç bir şey yapmayacaktım. Yine de benden bu tehdtiler sayesinde korkması gerekti yoksa beni tekrar aynı duruma sokabilirdi.
"şimdi uzun saçlı adamın yanına gidiyorsun ve şeytanın kardeşi olarak örgüte dahil olduğunu söylüyorsun. Ardından ondan bana tüm bu laptopta gördüğümüz vahşetlerle ilgili bilgileri toplayıp getiriyorsun. Anladın mı?"
Ian ayağa kalkıp bana baktı ve yavaşça kafasını evet anlamında sallayarak odadan çıktı.
O odadan çıktığında tekrar tepsiye baktım. Çok yemesemde doymuştum. Tavuğun yağıyla kirlenmiş ellerimi yıkamak için yemek odasının bitişiğindeki lavaboya girdim. Ellerimi yıkadıktan sonra kafamı kaldırıp aynaya baktığımda saçlarımın halini yeni görmüştüm. Uçları bir kaç saniye farkla yanmaktan kurtulmuştu fakat beyaz saçlarımın uçları kapkaraydı.
Belki eve döndüğümde kestirmem gerekti ama şu an görüntüsü rolüme daha çok ayak uydurmama yarardı. Rolüm kişiliğime uygun değildi ama şu an psikopatlık derecesinde bağlanmıştım. Ölüme bu kadar yaklaşmak belki de kişiliğimde küçük bir değişime neden olmuş olabilirdi bilmiyorum. Yalnızca eve dönme vakti gelene kadar bunun zevkini çıkaracaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İkinci Şans
Tajemnica / ThrillerBuraya bak cılız okur. Senin o geçirdiğin tüm uykusuz geceler gibi bir ömür geçiren bu aileye bak. Kanın işkenceyle harmanlandığı tüm o yılları oku. Bu hikayeyi okuman için ilk önce tüm bu vahşete hazırlanmalısın. Eğer hazırsan başlayabilirsin. ??⛓️?