1.3 (Incarna)

87 45 5
                                    

   Jane telefonu kapatması gerektiğini ama beni tekrar araması için biraz bekleteceğini söylerken sesinde bir tuhaflık vardı. Ya da belki konuşmasında. Bilemiyorum. Yalnızca, onunla birlikte bu kadar çok zaman geçirdikten sonra bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştım işte. Korktuğu bir şey vardı -ki bu neredeyse imkansızdır. Devon yanında olduğu için , ses tonu beni korkutsa da üstelemeyecektim çünkü ne kadar birbirlerinden çok hoşlanmasalar da ortak olarak birbirlerini koruyacaklarından emindim.

Burada, Boston'da yaşayan herkesin unuttuğu, sadece rüzgarın sesinin duyulduğu ıssız yerde kalmam yetmiyormuş gibi Jane hakkında da düşünmeye başlamıştım. Artık gerçekten dinlenmeye ihtiyacım vardı. Elbette tek başıma geldiğim gibi aynı yoldan geri eve yürüyebilirdim. Ama yalnızca bir saat kadar önce yalnız başıma sadece oğlumu bulmayı düşünürken dondurucu soğuğu bile göz ardı edebilecek kadar cesurken şimdi o bembeyaz yol gözüme daha ürkütücü geliyordu. Kapısının üzerine boğa kafatası asılmış bir evin her an çökebilecekmiş gibi görünen verandasında yapayalnız oturuyordum. Üstelik karnım daha da acıkmış, hava ise daha da soğumuş gibiydi.

Gözlerimin önüne düşen, karman çorman olmuş sarı bukleleri geri iterken üzerlerine yapışan kar taneleri bana Devon'u hatırlatmış ve bir anda anlamsızca onu özlememe sebep olmuştu. Eskiden soğuk havalarda yurttan kaçıp gezdiğimizde bana kar tanelerinin saçlarıma tutunmasını çok sevdiğini söylerdi. Jane beni arayacağını söylemesine rağmen ikisi de beni hala aramamıştı. En azından Devon'un beni arayacağını düşünüyordum.

Birkaç dakika sonra, içinde bulunduğum duruma göre fazla neşeli olan zil sesim ve telefonumun, paltomun soğuktan parmak uçları morarmaya başlamış ellerimi soktuğum cebinde titremesiyle kapattığım gözlerimi açıp kafamı da yasladığım evin tahta kapısından ayırıp kaldırdım. Jane'in aradığıni gördüğümde hemen telefonu açtım. Az önce ne olduğunu merak etsem de bunu daha sonra konuşabileceğimiz için ben burada donmadan önce gelip beni buradan almasını istedim. Birkaç basamak indiğini duydum ve titremeye başladığını fark etmeme rağmen titremesini bastırmaya çalışarak beni tarif ettiğim yerden almak için yola çıktığını söyledi.

Şimdiye kadar hiçbir olay yeri Jane'İ korkutmaya yetmemişti. Onu korkutan şeyin sadece olay yerinde gördüğü, korkunç bir şekilde katledilmiş cansız bir beden olmasını umut ederek beklemeye devam ettim. Evden hala ses gelmiyordu.

(Jane)

Basamakları çıktıktan sonra her yere saçılmış olan çeşitli eski süs eşyalarını ve olay yerini inceleyen herkesin ayakkabılarının izleriyle kirlenmiş, eski kıyafetler vardı. Eski oldukları belliydi, muhtemelen 90'larda yaşamış bir çocuğa aitti. Pembe elbiseler, beyaz ayakkabılar, ve dahası. Açıkçası gördüğüm kadarıyla zengin bir ailenin çocuğu olmalıydı. Eve bakılırsa etrafı istemeyeceği kadar çok oyuncak ve giysi ile donatılmış, olabilecek her türlü imkanla şımartılmış bir çocuktu.

Odanın kapısında durdum ve telefonumu kapatıp cebime atarken içeri baktım. Evin diğer odalarını da gezmiştim. Hepsi kir içindeki kırık camları, tozla kaplanmış eski eşyalar ve yırtılmış perdelerle doluydu. Ama bu pembelere gömülmüş oda evin diğer her yerine kıyasla çok iyi durumdaydı. Odaya ilk bakışınızda burada hala küçük bir kız çocuğunun yaşadığına, burada oyun oynadığına, geceleri ebeveynlerinden aldığı iyi geceler öpücüğü ardından uykuya daldığını, hatta bazen de aynasının karşısında şarkı söylediğini sanabilirdiniz.

İlk bakışımla kulağımda aynı anda hem küçük kızın oyun oynarken attığı kahkahalar, hem de bazen sessizce ağlamaya çalıştığında boğazından kaçırdığı hıçkırıkları yankılandı. Oda beni bambaşka bir boyuta götürmüş gibiydi. Ama ilk bakışınızda düşündüğünüz gibi burada hala yaşayan bir çocuk olmadığını dikkatli baktığınızda anlıyordunuz. Pembe-beyaz perdeler ve ardındaki camlar sağlamdı. Hatta neredeyse temiz bile denilebilirdi. Makyaj masası yıllardır tozu alınmamış gibi görünse de hemen üzerinde duvara sabitlenmiş beyaz çerçeveli büyük ayna temizdi. Aynanın bir parçası kırılıp o parça da makyaj masasının açık çekmecelerine düşmüştü. Çekmeceler kırık ayna parçaları dışında boştu.

Oradan biraz uzağa yerleştirilmiş, aynanın hizasındaki yatak sanki yıllar içinde, o küçük kız burada yaşarken bile hiç bozulmamış gibi görünüyordu. Yatağın üzerindeki Bembeyaz, kabarık yastığın önünde oyuncak, pembe bir tavşan konulmuştu. Pamuk dolgulu oyuncak hayvanı alıp dikkatlice baktım. Eğer bu gerçekten hatırladığım oyuncak ise Incarna'ya söz verdiğim gibi onu tekrar arayamayacaktım.

Telefonu açtığımda karşı taraftan kekelediği kelimeleri zorla bir araya getirerek söylediği gibi onu olduğu yerden alamayacaktım. Onun için başka bir ekip gönderecek ve kaybolduğu yeri aramalarını isteyebilirdim.

Yavaşa oyuncak tavşanı çevirdim. Onu kaldırdığımda pamuk dolgusunun eksik olduğunu zaten fark etmiştim. Arkasındaki dikiş sökülmüş, yerini, dikebilmeye yeni başlamış bir çocuğun küçük elleriyle attığı yamuk yumuk dikişler almıştı. Pembe tavşanla uymuşuz mavi ipi çekerek söktüm ve pelüş hayvanın içinden daha çok pamuğun yatağın düzgünce serilmiş pembe battaniyesinin üzerine dökülmesine izin verdim.

Incarna ile sakladığımız anahtarın soğuk metalinin elime değmesi ile onu hemen eski yerine bıraktım. Incarna için bir ekip göndermek amacı ile telefonumu cebimden çıkardım. Ona benden ve Devon'dan daha hızlı ulaşabileceklerini biliyordum. Eğer düşündüğüm kişi geri dönmüş ve bu anahtarı aramaya başladıysa bulamayışı onu sinirlendirmiş olmalıydı. Jason, Incarna'yı bulup öldürmeden durmayacaktı.

-Bade 🍀

İkinci ŞansHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin