2.9 (Olivia)

51 9 0
                                    

Gözlerimi küçük, hareket halindeki bir minibüste açtım. Arkamdan yaklaştığını gördüğüm siyah giyinmiş ve kapüşonunu gözlerine kadar çekmiş olduğu son gördüğüm şey olan o adamın darbesi hala canımı acıtıyordu. Elinde olduğunu fark etmekte geç kaldığım silahının kabzası başımın arkasına çok sert vurmuştu ve hala sızlıyordu. Başımın ağrısının ise günün sonuna kadar geçmeyeceğini, benimle kalacağından emindim.

Elimi başıma götürdüm ve darbenin etkisiyle oluşan şişliğe dokundum. Morarmış olmalıydı. Elimi geri çekip elime baktığımda parmaklarımda kan görmeyi bekliyordum ama kan bulaşmamıştı. Ama bu beni rahatlatmıyordu. Hala tanımadığım, yüzünü dahi görmeye fırsatım olmamış bir adam ve onun gibi giyinmiş, yine tanımadığım birkaç kişi ile daha önce hayatımda hiç görmediğim bir minibüsün içindeydim üstelik yeni yeni kendime geliyordum.

Noah'In mesajının ne ile alakalı olduğunu hala merak ediyordum. Çok önemli bir konu olmalıydı çünkü öyle olmasaydı Noah'tan bir mesaj almayacağımı biliyordum. Jeff için endişelenmeye başlamıştım.

Diğerleri hala kendime geldiğimi fark edememiş, hepsi dışarıdaki yolun ve ağaçların ve güneşin daha yeni aydınlatmaya başladığı gökyüzünün siyah film çekilmiş camdan akıp gidişini izliyorlardı. Bu izledikleri onları hipnotize etmiş gibiydi. O kadar odaklanmışlardı ki. Sanki yolda birini ya da bir şeyi görmeyi bekliyorlar gibi görünüyordu. Orada olmaması gereken birini ya da bir şeyi.

Ellerimi tekrar gözümün önüne getirdim. Aylardır uzattığım ve bakımını yaptığım tırnaklarımın yüzeyini kaplayan oje tabakasına baktım. Birkaç gün kadar önce sürdüğüm ve hala bozulmamış siyah oje tabakasına. Kendimi savunabileceğim tek şey onlardı. Ve bu adamlara karşı benim tırnaklarımın hiçbir şansı olmadığını biliyordum.

Onların tek mermi harcamadan beni buraya getirebilecekleri şekilde kullanabildikleri silahları varken onların yanında benim tırnaklarımın uzun olmasının hiçbir önemi yoktu. Ayrıca vücutlarının her santimini örten kalın siyah bir pelerinleri vardı. Pelerinlerinin altında da yine tamamen siyah kazakları ve siyah bol pantolonları vardı.

İçlerinden biri, -beni buraya getireni bile aralarından ayırt edemediğim- üç kişiden bir tanesi bana dönüp diğerlerine anlamadığım bir işaret verdi. İşaret dilini biliyordum ama bu daha önce hiç görmediğim bir hareketti. Hepsi de birbirinin aynıydı. Aralarında ufacık tek bir fark bile göremiyordum. Sanki hepsi aynı kişi gibi görünüyordu.

Noah'ın mesajı nedeniyle Jeff hakkında endişelerim artarken ellerimi kot şortumu arka cebine götürdüm. Telefonumu aramamı öylece izlediler. Hareketsiz. Tepkisiz. Sessiz. Arabanın sarsıntısı nedeniyle sarsılmaları dışında hiç hareket etmemeleri, bırak tek kelime etmeyi, çok kısık da olsa hiç ses çıkarmamaları beni daha da korkutuyordu. Yüzlerini görememenin tüm vücuduma yaydığı korkuyu bu sakinlikleri körüklüyordu.

Çocukluğumda yılan beslemiş, 15 yaşımda dudağımı ve burnumu, 16 yaşımda ise kaşımı ve göbeğimi deldirirken hiç korkmamış, normal bir şeymiş gibi öylece oturmuş ve bitmesini beklemiştim. Ama şu anda etrafımda ne görürsem göreyim beni korkutabilirdi. Ne olursa. Filmli camlar. Pelerinler. Arabanın camından gördüğüm, yolun iki tarafında birbirine paralel dizili ağaçlar. Her şey.

Hayatım boyunca tatmadığım korku duygusunu şimdi iliklerime kadar hissediyordum. "Hissetmek" su anda içinde bulunduğum durumu anlatmak için yetersizdi. Korkuyu yalnızca hissetmiyordum. Korku etrafımı da sarmıştı. Koyu bir sis gibiydi ama etrafımı görmeyi değil de mantıklı düşünmemi zorlaştırıyordu.

Bu arabada ilerlerken kaç saati baygın geçirdiğimi bilmiyordum ama yol bitmez gibi gelmeye başlamıştı. Belki henüz sadece birkaç dakika, belki de saatler geçirmiştik yolda.Sonunda araba durduğunda dengemi kaybettim ve ön koltuğa tutundum.

Gözlerimi yabancıların arabasında açmaktan daha korkuncu, minibüsün arka kapıları açıldı ve arabada gördüğüm üç kişinin aynısı iki kişi daha belirdi. Beni indirip dar bir tünelden geçirdiler ve tünele nereden girdiğimizi bile görecek vaktim olmamıştı. Yardım isteyebilecek bir fırsatım olsa da nerede olduğumu bilmiyordum. Yolda ise gördüğüm tek şey ağaçlardı.

Karşı koymaya çalışmadım çünkü kalabalıklardı. Ayrıca beni taşıyan güçlü kollarından da kaçamayacağımı en başından anlamıştım zaten. Geçtiğimiz dar tünele göre geniş ve tavanı yüksek bir odada durduk. Hiç penceresi yoktu ve duvarlardaki mumlarla aydınlatılmıştı. Adam beni yere indirmemişti ama odaya göz gezdirmeye başlamıştım.

Gözüme çarpanilk şey ise kollarında kayışlar olan bir sandalyeydi.

-Bade 🍀

İkinci ŞansHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin