3.0 Jeff

47 9 6
                                    

Noah bana her şeyi halledebileceğini söylemişti. Tek bir sözünün dinleneceğini ve Olivia'yı salacaklarını. Ama şimdi kıpırdamıyordu bile. Ellerini cebine sokmuş yalnızca izliyordu.

Olivia'ya yaklaşan alevleri izledim yeşil lenslerinin üstünde alevler parıldıyordu. Onun kılına dahi zarar gelmesine dayanamazken biraz sonra yanacaktı. Onun çektiği acıyı hissedeceğime emindim. Bunu görmek istemiyordum.

O anda cebimdeki çakı aklıma geldi. O evden kurtulduktan sonra cebime koymuştum. Her tehlikeye karşı kendimi korumak için yollarımdan biriydi ve şu anda bu durumlardan biriyle karşı karşıyaydım.

Elimi cebime soktum ve çıkardığım bıçağı hızla beni omuzlarımdan tutan o iri adamın koluna sapladım. Adam acıyla bağırırken kollarını da benim omuzlarımdan çekmişti. Tüm odadakiler gözlerini ayırıp bana bakmaya başladıkları sırada hızlıca ileri doğru koştum. Kimsenin beni tutmasına fırsat vermeden alevlere doğru ilerledim.

Zihnimde hiç bir şüphe yoktu. Alevlerin içine dalacaktım. Henüz çok büyümemişti alevler. Ancak bacaklarıma gelecek yükseklikteydi. Hızla alevlerin arasına girdim. Hızım pantolonumun alev almasını engellemişti.

Artık koltuğun yanındaydım. Olivia'nın dibinde. Kollarındaki, boynundaki ve bacaklarındaki demir kayışlara baktım.

Olivia'nın gözleri bana kilitlenmişti. Bir umutla bana bakıyordu ama ben artık ne yapacağımı bilmiyordum. Demir kayışları zorlamam fayda etmiyordu. Açılmıyorlardı! Açılmaları için anahtar gerekiyordu ve bende de o anahtar yoktu.

Ama yapmam gerekti. Onu kurtarmam gerekti. Ölmesine göz yumamazdım. Koltuğun kendine tekme attım. Tahtaları kırıp kayışları çıkarmadan onu buradan kurtarmaya çalışıyordum ama işe yaramıyordu.

Sıcaklık tüm bedenimi sarmıştı. Artık alevler benim boyumdan daha yüksekti. Alevlerin gelmesi için henüz bir kaç saniye gereksede kara dumanlardan artık önümü göremiyordum. Nefes almamı engellemeye başladı dumanlar. Başım dönüyordu... Ardından... Karanlık... Ne Olivia'yı ne de kendimi kurtarabilmiştim...

... Sanki yüz yıldır uyuyor gibi hissediyordum. Gözlerimi açmak için çok çaba sarf etmem gerekmişti. Gözlerimi çok da aysınlık bir odaya açmamıştım. Ama... Ama olduğum yer biraz da olsa hoşuma gitmişti. Olivia başımı yumuşak dizlerinin üstüne koymuştu. Ellerini saçlarımın arasında gezdiriyordu.

Gözlerimi kapatıp bu anı sonsuza dek yaşamaya devam etmek istedim ama o uyandığımı fark etmişti. Güzek ve tatlı sesiyle "hey... Jeff" diye seslendi. Sesi titriyordu. Ne olmuştu bilmiyorum o alevlerden sonra ama olanların etkisinden kurtulamadığı kesindi... Acaba ikimizde ölmüş müydük?

Kafamı kaldırdım ve onun karşısına oturdum. Karanlık bir odadaydık hiç bir oturacak yer yoktu ve karşımızda olan tek şey demir parmaklıklardı. Demir parmaklıkların ardında ise bir demir kapı. Odayı aydınlayan tek şey ise o demir kapının iki yanına takılmış meşalelerdi.

Olivia'nın yüzünde yaşamanın mutluluğu vardı. Bunu fark etmiştim. O ölmediği için ben de en az onun kadar mutluydum.

"Noah bizi buraya getirmelerini istedi" dedi Olivia. Gözünü kucağına bıraktığı ellerine dikmişti. Saçları ıslaktı. İkimizde ıslaktık. Demekki ateşi söndürmelerini söylemişti Noah sonunda. Ama... Ama neden buradaydık? Neden dışarıya, eve, ya da en azından kilitli olmadığımız bir yere götürmelerini emretmek yerine bu hücreye benzeyen yere getirmelerini söylemişti. Bilmiyordum. Neler olduğunu bilmiyordum. Olivia'nın gözlerinden yaşlar aktığını gördüğümde ona sarıldım. Sıkıca sarıldım. En azından yaşıyorduk ve bundan sonrasından kurtulmak kolaydı. Ölümden kurulmaktan daha kolaydı.

Noah içeri girdiğinde ona baktım. Elinde bulunduğumuz bu parmaklıkları açacak bir anahtar aradım ama bulduğum tek şey gözlerindeki o kardeşime ait olmadığını hissettiğim bakışlardı.




İkinci ŞansHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin