NEFES'İN AĞZINDAN
çorba olduğunda altını kısıyorum ve yiğite bakmak için yanına gidiyorum. Uyuyor hala.
Odadan çıkıp banyoya gitmek istiyorum, elimi yüzümü yıkamak için ama Tahir beliriyor karşımda ve banyo kapısının kulpunu tutuyor.
"Sen mi gircektin?"
Sesi kısılmış. Soğuk hava bir de öyle içine ağlaması.. normal.
"Önemli değil, gir sen"
Başını sallıyor ve kapıyı açıyor. Onu böyle görmeye alışkın değilim.
"Tahir"
Duruyor.
"Sen iyi misin?"
Tebessüm ederek gözlerini yumuyor. Başını sallıyor.
"Emin misin?"
Parmaklarımı istemsizce birbirine doluyorum, ne yapıcamı bilmiyorum. Öyle üzgün de bırakmak istemiyorum.
"Iyiyim nefes. Müsadenle bir elimi yüzümü yıkim"
"Yıka tabii"
Üstelemiyorum. Belli ki biraz sessiz kalmak istiyor.
Onun gibi fırtınalı bir adamın durulacağına inanamazdım ama oluyormuş.
Tahir ardından kapıyı örtüyor, bende kendimi koltuğa atıyorum.
Göğüsümdeki sargıyı hissediyorum bir an. Orada olduğunu unutmuşum, çabuk iyileşiyorum sanırım.Kapının gıcırdayarak açılmasıyla düzgün oturuyorum ellerimi diz kapaklarıma yerleştirerek. Tahir elinde bir havluyla çıkıyor ve hiç bu tarafa dikkatini vermeden sobaya gidiyor.
Kapağını açıyor tek dizine çökerek ve ardından bana bakıyor.
"Soğuk mu?"
"Hayır, gayet iyi"
Tekrar sobaya bakıyor ve kapağını kapayarak ayaklanıyor.
"Ben odun kırayım. Çok soğuk bu ev"
Kaşlarımı çatıyorum o evden çıkınca. Kesin ateşi var! Deniz suyu kıyafetleri üzerindeyken kurudu. Istediği kadar odun yaksın ısınamaz. Başımı iki yana sallayıp bıkkınlıkla peşinden gidiyorum. Kolundan tutup çeviriyorum.
"Gel" diyip peşimden çekmeye çalışıyorum eve ama gelmiyor.
"Odun kırcam"
"O odunlar ısıtmaz seni, gel"
Dikiliyor hala karşımda. Başımı öne eğerek gelmesini işaret ediyorum. Sorar bakışlarla geliyor sonunda arkamdan. Kapıyı kapatıp salona gidiyorum.
"Nefes ne oldu? Dondum da, hayde"
"Ateşin var senin"
"Yok ateşim mateşim benim"
Oflayıp alnına dokunuyorum elimin tersiyle.
"Baksana yanıyorsun. Otur şuraya"
Koltuğu işaret ediyorum ve yiğitin kaldığı odaya sessizce girip boşda duran bir battaniyeyi alıyorum. Geri döndüğümde tahiri oturmuş kollarını bedenine sarmış şekilde buluyorum.
"Dedim ama sana dimi deniz suyunu üzerinden at, kuru kıyafet giy diye. Baksana şu haline"
Karşılık vermiyor, bense söylenmeye devam ediyorum.
"Ne gerek vardı yani aceleyle çıkıp gitmeye. Vedat öyle de böylede bırakmicak peşimizi, en azından hasta olmazdın"
"Nefes"
Susuyorum.
"Sen riv riv edeceğine bana şu battaniyeyi versene"
"Vermicem"
"Ne demek vermicem. Ula donayrum, ver şunu"
Çıtlıyorum.
"Git sıcak bir duş al üzerini değişdir, anca öyle. Böyle olmaz"
"Boğalttun nefes boğalttun!"
Pes edip kalkıyor. Sırt çantasını alıyor yiğitin odasından ve banyoda kayboluyor.
Zafer kazanmışcasına gülümsüyorum ve mutfağa adımlıyorum.
Yiğit istanbulda çok hastalanırdı. Vedat beni kaçmaya çalışdığımız için ceza odasına kapatırdı. Günlerce, hatta haftalarca orada tutardı beni, tek bir serum ile baş başa bırakarak. Yiğit de çıkar evin dışında hep beni arar dururdu. Kış da da hastalanırdı çoğu zaman. Vedat beni yiğit iyleşene kadar çıkarırdı. Bende çorba yapar ellerimle içirirdim. Battaniyelerden uzak tutardım. Üşüdüğünü anlamasın diye de masallar ve oyunlarla oyalardım, ta ki yorgunluktan uyuyana kadar. Böyle böyle terleyerek atardı hastalığı üzerinden.
Koca adamın ateşi nasıl düşürülür bilmiyorum ama.
Acaba sıcak su iyi gelir mi gerçekten? Soğuk daha iyi olmaz mıydı?
Düşünüp tezgaha yaslanıyorum. Sahiden soğuk su, ateşini düşüre bilir. Banyonun kapısının önünde durup dinliyorum. Suyu henüz açmamış.
"Tahir soğuk su kullan"
"Saçmalama nefes donayrım"
Sesi kapının ardından boğuk çıkıyor.
"Ateşin düşer belki, hadi lütfen"
"Hayatta olmaz, istediğin kadar lütfen de"
"Bak söz seni battaniyelere sarıcam sonra"
Cevab vermiyor.
Dediğim şeyin ne kadar saçma olduğunu anlıyorum ve yanaklarıma sıcaklık sıçrıyor. Battaniyelere sarmak da nerden çıktı.
"H-herneyse. Soğuk su!"
"He nefes he"
Dediğimi yapacağını umut ederek ayrılıyorum kapının önünden. O yıkanırken aynı evde olmaktan çekiniyorum ve kapının önüne gitmeye karar veriyorum. Çorba zaten pişdi.
Üzerime askıda duran yabancı bir hırka alıyorum ve kapıyı aralıklı bırakarak ikinci basamağa oturuyorum.
Hava serin olsada tertemiz. Karadenizin bu güzel havasını önceden nasıl fark etmedim ben? Heryerin yemyeşil olması bir yana, havası da muazzam. Burada insan gerçekten nefes aldığını hissediyor. Hayat var burada. Gözlerimi yumuyorum duyduğum mutlulukla ve havayı engelli ciğerlerime çekiyorum. Göğüsüm yanıyor hafifce ama o bile tatlı acı gibi geliyor.
Şu an tartışılmasız en huzurlu hissettiğim an karadenizde.
Bir geçmişe bakıyorum da. Vedattan kaçma düşüncelerinden, ondan kurtulduğumu algılayamamışım. Ama şu an, tam şu an anlıyorum ve şükrediyorum. Bir saat sonra, belki de bir dakika sonra bile yine kendimi koşarken, birşeyden kaçarken bulabilirim ama bu an için herşey yolunda.. bu an nefes alabilirim. Gözlerimi kapatıp uzaktan gelen şelale sesinde kendimi kaybede bilirim.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANFIL
FanfictionRüyasında gördüğü o yaralı kadını, izdivaç edeceği evde bulur ve zor şartlardan kurtarıp memleketine getirir. Musallat olan Vedata karşı savaş açar. Savaş değişmez ama savaş alanı..