"Neden bu kadar şaşkınsın? Hayatta kalmak ve medeniyetimizin varlığını ilerletmek için gördüğün yerleri inşa ettiler. Sen böylesine şaşırdıkça yaşadığın medeniyeti o kadar merak ediyorum ki..."
"Burası hayallerimde kurduğum şehre çok benziyor. İnşaat algınız bizimkine göre çok ama çok farklı! Bu farklılık da gezegeninizi milyarlarca yıl sorunsuzca yaşatabilecek kadar sağlam bir temel atmanızı sağlamış. Hayranlıkla izliyorum şehri."Şehrin mimarisi, Megfrela'nın doğası ile oldukça benzerdi ve her ev birbirinden farklıydı. Kimi evler ağaçtan, kimi mağaramsı tepelerden, kimi yaprak topluluklarından oluşuyordu. Fakat tüm evlerin uzun baca gibi bağlantıları vardı; bağlantılar ikiye ayrılıyordu ve bunlardan biri diğer evle bütünleşip, diğeri şehrin tam ortasındaki devasa yapıya bağlanıyordu. Boru görünümlü yapıların hiçbiri yoldan geçenlere engel olmuyordu. Bu müthiş ahengin ne anlama geldiğini öğrenmek üzereydim.
"Hadi, sana nerede kaldığımı göstereyim." Diye çıkıştı İkulzar. Ancak içimde çok yoğun bir tedirginlik oluştu, çünkü ben farklı bir gezegenden geliyordum ve şehrin yerlileri, beni onun kadar anlayışlı karşılamayabilirdi. İkulzar aklımdan geçenleri okurcasına kendinden emin bir şekilde tekrar söze girdi.
"Kendini tanıtmana bile gerek yok, seni gördükleri an iyi biri olduğunu anlayacaklar. Bizim için hisler gerçekliği keşfetmemizin anahtarıdır. İçin rahat olsun."
İkulzar haklıydı, fakat biz insanlar da duygusal varlıklardık ve altıncı hislere sahiptik. Peki, neden Megfrelalılar kadar kendimizden emin değildik?Tahminen on beş dakika sonra bilim kurgu filmlerinden fırlayan, doğadan ibaret olan medeniyete ilk adımı attım. Her ne kadar İkulzar içimin rahat olması gerektiğini belirtse de heyecandan yutkunmakta dahi zorlanıyordum. İlginç durumların olduğu aşikardı, çünkü beni fark eden her Megfrelalı aynı tepkiyi veriyordu; önce şaşkınlıktan olduğu yere mıhlanıp, ardından İkulzar ile göz teması kurup çok sevecen bir tavırla iki ellerini oldukça geniş bir açıyla yukarı kaldırıyorlardı. Görünümlerini temel olarak ele aldığımda İkulzar'ınkine oldukça benzetsem de herkesin birbirinden farklı özelliklerinin olması ilgi çekiciydi. Dünya'da da sayısız sayıda farklı tip görüyordum, ama hiç bu kadar bariz farklara şahit olmamıştım. Bu farklılıklar oldukça hoşuma gitmişti. İkulzar'ın okyanus rengi saçlarından farklı olarak envaiçeşit saç rengi görmüştüm. Ayrıca gördüğüm herkes adaleliydi, fakat dişiler Dünya'dakinden farklı olarak kalıp açısından erkeklerle aşağı yukarı aynıydı. Ayrıca tıpkı saç rengi gibi, ten renkleri de ton olarak birbirinden farklıydı; yüzlerce çeşit ton sayabilirdim. Göz teması kurduğum herkese onlar gibi karşılık vermeye devam ederken İkulzar'a yönelip "Her ne yapıyorsam umarım yaptığım doğrudur. Bu bir tür selamlaşma mı?" diye sordum. İkulzar kikirdeyerek "Evet, her şey gayet yolunda. Umarım tedirgin değilsindir." Diye yanıtladı. Birkaç saniye durakladıktan sonra "Çok daha heyecanlıyım, onlarca galaktik dostum oldu!" diye karşılık verdim.
"Geldik!"Tam yanımda, Dünya'da bulunan sıradan bir müstakil ev boyutunda ağaçtan yapılan iki katlı bir ev duruyordu. Ağaç gövdesi koyu kırmızı bir renge sahipti ve ağacın yaprakları, gezegendeki zararsız canlıların beslendiği yapraklardan daha büyüktü; bu yapraklar evin çatısı görevini görüyordu. İçeri girmek üzereyken kapıyı benimle hemen hemen aynı boyda bir erkek açtı. Görünümü tıpkı diğer gördüğüm Megfrelalı yerlilerinki gibiydi. Benimle göz göze geldiğinde yoldan geçen herkesle aynı tepkiyi vereceğini düşündüm, ama bunun bir önyargıdan ibaret olduğunu bana şaşkınlığı geçtiği an sımsıkı sarılmasıyla idrak edebildim.
"Hadi, içeri geçin. Hayatım boyunca bugünü bekliyordum!"Tek kelime dahi etmeden onlarca adımın atılması hoşuma gitmişti, şaşkınlığım kilometrelerce öteden görülebilirdi. Şaşkınlığı atlatamamışken tebessümüme devam ederek İkulzar'a yöneldim.
"Ondan sendeki enerjiyi aldım, ayrıca diğerlerinden çok daha farklı bir tepki verdi. Hoş, gördüğüm herkesin bana sarılması anlamsız olurdu, ama onda bir farklılık seziyorum." İkulzar çok daha içten bir gülümsemeyle söze girdi.
"Benim babam gezegenin en büyük uzay bilimcisi."
"Uzay bilimcisi mi?"
"Evet. Keşfettiğim sayısız sayıda gezegen ve yıldız sistemi var. Her şeyi detaylıca konuşmak, seni ve gezegenini yakından tanımak istiyorum!" Elinde tahta görünümlü bir tepsi ve tepsinin üzerinde üç bardak vardı ve her bardağın arasında dengeleyici çubuklar bulunuyordu. İkulzar'ın babası bizi oturacağımız yere doğru yönlendirirken evin giriş katının yalnızca iki odadan oluştuğunu fark ettim.
"İsmim Doruk. Muhtemelen çok gelişmiş teknolojiye sahip bir medeniyetten geldiğimi düşünüyorsun ve bu kanıya seninle aynı dili konuştuğum için varıyorsun, ama buraya nasıl geldiğim dahi benim için büyük bir belirsizlik."
"Muurik. Memnun oldum! Yani sen kayıp mı oldun? Geri dönmeye mi çalışıyorsun?" Muurik'in yüzünde endişeli bir ifade sezmiştim. İçini rahatlatmak amacıyla söze girmeyi düşündüm. Bu sırada oturmamızı istediği, pofuduk koltuğa benzer görünümdeki oturağa doğru ilerledim. Koltuğa oturmamla sadece dokunduğum kısımların birkaç santimetre kadar çökmesi bir oldu.
"Bu, bu müthiş! Hangi maddeden yaptınız bunu?"
"Evin kendisinden..." İkulzar'ın cümlesini algılamaya çalışırken hızlıca yerimden doğrulup duvara dokundum. Duvar elimin şeklini aldı.
"Fantastik! Tüm evi taşıyor, fakat yumuşacık." Gülüşmeye başladık. Oturduğum yere yönelip kaldığım yerden devam ettim.
"Rüya yoluyla buraya geldim. İlk gördüğüm rüyada, buradan oldukça uzak bir tepede uyandım. Rüyam çok kısa sürdü, ardından Dünyalı dostum Eda ile konu hakkında detaylıca konuştuk. Bana doğaçlamam gerektiğini söyledi; haklıydı da. İkinci kez buraya gelişimde çok daha temkinli ve emin adımlarla ilerledim. İkulzar ile tanıştıktan sonra her şey akışına en uygun şekilde devam etti. Yani anlayacağınız şu ki, büyük bir bilinmezliğin içindeyim ve her an uyanabilirim. Tekrar uyuduğumda belki de yine buraya geleceğim." Diye konuştuktan sonra kısık bir sesle "Ucu bucağı görünmeyen olasılıklar denizinde yüzüyorum." Diye söylendim.Cümlemi tamamladığımda odada tahmin ettiğim üzere derin bir sessizlik oluştu. Muurik bir elinde bardağı tutup diğer eliyle tıpkı biz insanlar gibi çenesiyle oynuyordu. Bu süreçte ben de içecekten bir yudum aldım. Tropikal bir içecek içtiğim aşikârdı. Aromasını merak ediyordum, başımı kaldırdığım an Muurik söze girdi.
"Çimenlerin ürettiği besinler ile birçok ağaçtaki meyvelerin karışımı. Bitkiler olmasaydı gezegenimiz bir bataklıktan farksız olurdu. Neyse ki Megfrela'nın bataklıkları çok uzakta, gerekmedikçe kimse orayı görmek zorunda kalmıyor." Muurik'in ne demek istediğini anlıyordum. Dünyadan kısaca bahsetme zamanı gelmişti."Dünya her türlü güzelliği ve kötülüğü barındıran bir yer. İkulzar'a da bahsettiğim gibi ülkelerden, yani karasal sınırlardan oluşuyor. Bize Dünyalı diyebilirsin, ama gezegenimizde birbirine Dünyalı diyenlerin sayısı çok az. Ayrıca ten renkleri farklı olduğu için büyük kaoslar çıkaranlar dahi var. Teknolojimiz gelişmiş gibi görünse de insanın doğasını bozduğu için büyük ölçüde gerileme yaşadığımızı düşünüyorum. Yıldızlararası seyahat yapacak düzeye daha gelemedik. Fakat öyle güzellikler var ki, doğru adımların ardından tüm bu olumsuzlukları yıkacak kadar güçlüler. Örneğin, tıpkı İkulzar gibi tüm evreni aydınlatacak kadar güzel gülen milyarlarca çocuk var ki içimdeki umut ateşi bundan dolayı hiç sönmedi. Hatta ben Dünya'nın onların hatırına döndüğünü düşünüyorum."
Onlara her şeyi açıklayacak zamanım olmayabilirdi, bu yüzden İkulzar ile sohbet ettiğimiz konulara paralel olgulardan söz etmeyi tercih etmiştim. Muurik beni şaşkınlıkla dinledikten sonra ayağa kalkıp bizi üst kata davet etti. Teklifini düşünmeden kabul edip merdivenin olduğu kısma yöneldim. Merdivenler bizimkilere büyük ölçüde benziyordu, ahşaptan yapılmıştı.
"Nereye çıkıyoruz?"
"Çalışma odama, yani bir nevi uzay üssüme!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kozmik (Kitap & Sesli Kitap)
Ciencia FicciónKâinatın koşulsuz sevgi barındıran benliğine... "Sessizliğin en ürpertici desibelinde, karanlığın zifiriyi aydınlık bırakacak kadar kör edici girdabında yaşamın ta kendisi; kâinat desibel rekoru kıracak kadar güçlü ve benliği kusursuz bir saflığa b...