11. Bölüm

31 9 0
                                    

"Ç-çok so-so-soğuk... Bu sesler de neyin nesi?"

Kendimi bilincini kaybetmiş ve dünyanın en işlek caddelerinden birinin tam ortasında uyurken bulmuş gibi hissediyordum. Gürültü o kadar şiddetliydi ki, sese adapte olana kadar kulağımı tıkamaya devam ettim.
"Hadi, cesaretini topla Doruk. Aç gözlerini!"

Gözümü açtığımda kendimi tıpkı yaşadığım şehrin büyüklüğünde, fakat çok daha kalabalık bir yerde buldum. Akşam üzeriydi. Üstümde sadece tişörtüm vardı, ancak burası en kalın paltoyu giysem dahi donacağım kadar soğuktu. Üstüme bir şey geçirip doğrulmaya çalıştım, ama ilk bir dakika gözüme hiçbir şey çarpmadı. Odaklanamıyordum, çünkü burası, binalar, işleyen şehir sistemi dünyaya çok benziyordu. Ama gördüğüm bazı farklılıklar vardı.
"İşte bu!"
Dünyada yalnızca Antarktika'da görebileceğim bir kabandı bu. Kabanın kendine özel eldiveni vardı ve kumaşı, daha önce değmediğim bir malzemeden yapılmıştı. Bu durum beni biraz huylandırsa da soğuktan donmamak adına kabanı anında üzerime geçirdim. Kaban, görünümüne göre oldukça hafifti; rahatlıkla hareket edebiliyordum ve en önemlisi, kabanı giydiğim an üşümem sona ermişti. "Megfrela'dan gelen kumdan hamur gibi bunu dünyaya götürmeyi isterdim." Diye gülerek yürümeye başladım.

Adımlarımı attıkça yerçekiminin Megfrela'dan farklı olduğunu, hatta dünyanınki ile neredeyse aynı olduğunu fark ettim. Belki de tamamen aynıydı, ancak aklımdaki ilk soru buradaki canlıların görünümü ve eğer görünüm farkı yaşıyorsak bana verecekleri tepkiydi. Hava pek kirli görünmese de Megfrela'nın yanında Çin'inki kadar kirli kalırdı.

Uyandığımda duyduğum seslerin adım attıkça arttığını hissediyordum. Dünyadaki görünümlere sahip, fakat daha koyu yeşil tonunu barındıran ağaçların sesin kaynağını engellemesi benim için bir nevi avantajdı, çünkü ağaçların ardında benim yaşamımı sonlandıracak kadar büyük bir tehlike olabilirdi. Adımlarımı durdurup ağaçlık bölgenin arkasına geçtim ve göremediğim bölgeyle karşılaştım.
"O DA NE!"

En az yirmi bin kişinin art arda toplanıp seslendiğini görüyordum, aynı zamanda onların yarısı kadar bir kalabalığın kaldırıma benzer bir görünüme sahip yoldan umursamaz bir tavırla geçtiklerini... Buradaki kişiler insanların birebir aynısıydı sanki, fakat tam olarak emin konuşamıyordum, çünkü hiçbirini yakından görememiştim.
"Eğer ilk geldiğim gezegen burası olsaydı ne tepki verirdim, merak ediyorum doğrusu..." diye iç geçiriyordum. Kabanımın kapüşonunu kafama takıp umursamazca yürüyen kesimin peşine takılmaya karar verdim.

Topluluğun yanına yaklaştığımda ilk kez spor salonuna yazılmış biri gibi hissetmeye başladım. Topluluk o kadar hızlı yürüyordu ki, hafif tempo koşmak zorunda kalmıştım. Dünyada çoğu insandan hızlı yürüyen ve son senelerde bu hızımı düzelten ben, bu hızın karşısında şapka çıkarırdım. Bu gezegenin insanlarını yürüyüş hızlarından dolayı detaylıca inceleyemesem de kalıpları hakkında detaylıca yorum yapabiliyordum artık. Erkekler ile dişiler arasındaki boy farkı dünyanınkine benzerdi, ancak bir sorun vardı. Herkes benden uzundu! 1.83 boyundaydım ve topluluktaki ortalama uzunluk tahminimce iki metreydi. Devlerin diyarında gibi olsam da kalıp olarak benden pek farkları yoktu. Topluluktan Ektomorf olan görememiştim, fakat bu kalabalığın içinde benden kısa ve zayıf olan insanların çıkma ihtimalini sıfıra indirgeyemezdim.

Şehrimin en popüler yerini andıran bir yer fark ettim ve topluluktan sıyrılıp binalardan birinin başında durup soluklandım. Binalar dünyadakiler gibi çeşit çeşitti, ancak her bina eski görünüme sahipti. "Balkon var mı acaba?" diye sorgulayıp başımı gökyüzüne kaldırdığımda binaların arasından dev kanatlı bir kuş sürüsünün uçtuğunu fark ettim. O an, gezegene geldiğimde yaşadığım şaşkınlığın yüzlerce katını yaşamıştım; kuşlar benim ilgi alanımdı ve böylesine farklı görünen, dinozorumsu kuşların burada var olması şaşkınlığımı gizleyemememi sağlamıştı.

Şoku atlattıktan birkaç saniye sonra, karşı çaprazımdaki binalardan birinin balkonunu gördüm. Balkonun estetik görünümü neredeyse yoktu; tuğlamsı taşlar üst üste dizilmişti. Diğer binaların balkonu da aynıydı, fakat uzaktan dahi görüp emin olduğum durum, her bir balkon yüksekliğinin bizdekinden fazla olduğuydu.
Başımı öne eğdiğimde metrelerce uzağımda, gezegenin yerlilerinden birkaç kişinin durduğunu fark ettim. "Yüzlerini iyice inceleyebilirim." Diye söylenerek hafifçe onlara yaklaştım. İkiliden biri erkek, diğeri dişiydi. Ten renkleri tıpkı kutuplara yakın yerlerde yaşayan insanlarınki gibi beyazdı ve kulakları çok hafif sivriydi. Sivriliği topluluk arasında yürürken fark etmiştim. Bir süre sonra ikisinin de montlarının ceplerinden bir şey çıkardıklarını fark ettim. Çıkardıkları cismin sağ ve sol taraflarını çektiklerini gördüğümde, adımlarımı artırarak onlara olabildiğince yakın durdum. Çektikleri cismin ortasında jelimsi bir sıvı vardı. Sıvıyı ikisi de aynı anda tüketti. "Acaba bizdeki sigara gibi bir madde mi, yoksa sağlıklı bir gıda mı?" Diye sorgularken yanlarından geçmeye karar verdim. "Umarım aynı dili algılıyoruzdur." Diye düşünerek adımımı kaplumbağa hızına kadar alçalttım. Sesleri duyabiliyordum.
"Seyrulela'nın en çok tüketilen içeceğinin zararlı olduğunu düşünsene, bu kadar kişi telef olurdu!"

Tükettikleri şey sağlıklıydı. Acaba ne işe yarıyordu? Cesur biriyle konuşmalı, ya da bu gezegenle ilgili her şeyi ilgili kaynaklardan öğrenmeliydim. İçimdeki sesi dinleyerek üst caddelere doğru ilerlemeye başladım. 

Kozmik (Kitap & Sesli Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin