Aylar geçer...
"Hazan, Hazan... Haz-Hazan..." Kesilen nefesimle açtım gözlerimi. Yastığıma damlalar düşmeye başlayalı uzun zaman olmalıydı. Yanağımdaki gözyaşları, oturur pozisyona geçtiğim anda çeneme yuvarlanıvermişti.
"Güzelim, sakin ol gecem..." diyerek sarılan Timur'un boynuna gömdüm başımı ve sakinleşmeyi denedim. Ellerimle, ne yapacağımı bilemez halde, Timur'un kollarını sıkıp acımı çıkartmaya çalıştım...
Geçmedi.
"Timur, ben dayanamıyorum..." diye mırıldandım. Doğumdan ölüme söz verdiğim kızın, ölümüne, ölüsüne şahit olan ben, artık dayamıyordum. Sürekli rüyalarıma gelmesine de dayanamıyordum. Sınanmaktı bu, farkındaydım. Ama ben Hazan kadar güçlü değildim ki.
"Dilara! Dilara bana baksana!" Diye bağıran Hazan'a çevirdim bakışlarımı. Üzerindeki mavi, kısa kollu günlük elbisesi, dizlerinin hemen altında bitiyordu. Yuvarlak yakası, çıkık köprücük kemiklerini bize sunmasına rağmen, dalgalı upuzun saçları, görüşümüzü engelliyordu.
"Nasılım Dilara?" Diyerek etrafında bir tur attı ve geniş etekli elbisenin etekleri, havalanıp balerin gibi gözükmesini sağladı. Sonra başının dönmesine dayanamayıp, karla kaplı zemine düştü.
"Dilara, yardım etmeyecek misin? Düştüm!" Diye sorduğunda, nedensizce hareket edemiyordum. Cevap veremiyordum. Boynumdan sıkıyorlarmış gibiydi. Ölüyor gibiydim.
"Hayır üşümüyorum Diloş, sakin! Ama dizlerim... Dizlerim acıyor!" Diye mırıldandı bu sefer. Gözlerim hızlıca dizlerine kaydı. Orada fark ettim. Kan süzülmüş, karın üzerine sinmiş ve renk olarak hızlıca koyulaşmıştı.
O gün de dizleri kanlıydı... Aynı yerden, aynı şekilde yarılmıştı.
18 Mart.
"Dilara yardım et! Acıyor," Diye bağırdı tekrar Hazan. Bir eli ile bacağını tutuyor, diğer eli ile saçları kanlara değmesin diye geriye iteliyordu.
"Dilara..."
"Timur..." dedim hıçkırıklarım arasından. Hep böyle oluyordu. Ben hep, Hazan'ın bana yardım için yalvardığına şahit oluyor, ama harekete geçmeye kalktığımda katiyen dokunamıyordum.
"Gecem, sakin..." derken, beni daha sıkı saran Timur, pencereden içeriye sızan ay ışığına doğru çevirdi beni ve oraya doğru bakarken, oturur pozisyonda sarılıp boynuma burnunu yasladı.
"Geçmeyecek, gecem. Hiç geçmez... Ama alışılacak." Diye mırıldandı.
Cevap vermedim, o da cevap beklemedi zaten. Bir süre öylece durduk...
Dakikalar geçti, sonra saatler...
Ay, yavaş yavaş kaydı gitti aramızdan. Güneş ise, ışık hızıyla geldi aramıza. Gündüzü getirdi beraberinde.
Zaman kavramı, saatlerle, dakikalarla ölçülemezdi. Bunu ben de anlatamıyordum tabii. En basit şekilde şuydu.
Saçlar beyazlardı, hayaller teker teker yıkılırdı ve sen altında kalırdın. Bunu atlatamadan, yüzün kırışmaya başlardı. Sonra ellerin, yavaş yavaş tüm bedenin... En sevdiğin şeylerin, ahestelikle yalanlandığını fark ederdin. En son inancından olurdun ve gözlerini kapatırdın.
Ama Hazan daha inancını yitirmemişti.
Size kısa bir özel bölüm getirdim❤️ Özlenmişizdir diye düşündüm...
Nasılsınız? Haliniz vaktiniz yerinde mi?
Ben sizi çok özledim... Tekrardan yorumlarda buluşmak için kısa da olsa bir özel bölümle geldim...
Devamı gelecek:) ❤️
Bir de, profilimdeki Mavi'nin Nidası adlı hikayeyi hâlâ kütüphanenize eklemediyseniz, ekler misiniz? Maşuka Mahallesi halkı da sizin oraya desteklerinizi bekliyor❤️
Ayağınıza taş değmesin...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Maşuka Mahallesi (TAMAMLANDI)
Ficção AdolescenteHazan, biricik annesi ile Maşuka Mahallesi'nde yaşıyor. Maşuka Mahallesi... Bir mahalle ne kadar sıcak olabilir? Dedikoducu, pardon... Halka bilgilendirme yapan bu kadar kokuşuk, pardon... Ponçik teyze varken? Gençler, ailelerine yardım için, mah...