bölüm 4

15.3K 446 49
                                    

Ne yapacağımı bilemez halde karşımdaki kadını izliyordum. Gözleri ateş püskürüyordu. Mavi gözlü şeytan önce kısa bir süre bana baktı sonra sarı saçlı kadına dönüp omuz silkti. "Önemsiz biri. Kocası kumar borcu yerine onu sattı." sözleri karşında incinmiştim. Ama söylediklerinin doğru olduğunuda biliyordum. "Burda ne işi var diğer kızların yanına neden yollamadın" diye şiddetle bağırdı kadın. Mavi gözlü şeytan tahammülü azalıyormuş gibi nefesini dışarı üfledi. "Sen yukarı çık" Yine emretmişti şeytancık. Bulunduğum yerin huzursuzluğundan olsa gerek anında söylediğini yapıp kasvetli ortamdan kurtulmaya çalıştım. Ben merdivenleri tırmanırken kadın hala bağırıyordu.

"Sakın bana senin odanda kalıyor deme Buğra sakın!"
"Şeyma, kendine gel ve o ses tonunu ayarla. Orası senin odan değil burda kaldığın zamanlar da uyuduğun oda. Ne zaman evime yerleştin?"
"Nasıl benimle bu şekilde konuşursun ben senin sevgilinim"
"Birlikte güzel vakit geçiriyoruz diye sana aşık olduğumu sanıyorsan çok yanılıyorsun. Şimdi ya kes sesini otur şurda ya da terket derhal bu evi."
Kapı çarpma sesi duymadığıma göre sesini kesmeyi tercih etmişti adının Şeyma olduğunu anladığım kadın. Merdivenlerde oturmuş konuşmalarını dinliyordum. Bu çok yanlış bir hareketti biliyordum fakat burdan kurtulabilmem için her detayı öğrenmeliydim. Bi süre sessizlik oldu sonra Şeyma' nın sesi yine yankılandı salonda. "Peki bu kadının satın aldığın diğer kadınlardan farkı ne?" Bu sorunun cevabını çok merak ediyordum. O da merak ediyor olmalıydı ki sesi sakin ve uysal çıkmıştı. Neydi beni bu eve hapseden. Sessizlik. Sessizlik. Sessizlik... Sonunda "çünkü o hamile" cevabını vermişti mavi gözlü şeytan.
"Bebek senden mi?"
"Ne saçmalıyorsun Şeyma tabiki benden değil bu kadar aptal bi adam mıyım."
"O zaman neden burda Buğra? Bebeği satıp parasını mı yiyeceksin. Bu bebekle alakan ne?"
Bu soru tüylerimi diken diken etmişti. Görünen o ki varlıklı bi adamdı, bebeğimi satıp parasını yiyecek kadar fakir birine benzemiyordu. "Gerçekten canımı sıkmaya başladın Şeyma şimdi git." Kızı resmen kovmuştu.
Galiba bu sorunun cevabını asla öğrenemeyecektim. Sevgilisine dahi söylemeyen adam bana mümkün değil söylemezdi. Gürültülü bir kapı çarpma sesi Şeyma' nın gittiğinin göstergesiydi. Acaba aşağı inmeli miydim? En iyisi şeytancığında dediği gibi hayalet olmaktı.

Odaya girip kapıyı kitledim. Duşa girmek çok cazip göründü gözüme ama yorgunluğun verdiği etkiyle külçe gibi yığıldım yatağa. O kadar şey sığdırmıştım ki yorgun yüreğime, artık taşıyamama korkusu belirmişti içimde. Yaşadığım acının tarif etmek bile acıyla eş değerdi benim için. İçimde bi yerler acıyor, can çekişiyordu. Ağlamak bi zayıflık göstergesiydi bana göre ve ben çok zayıf düşmüştüm hayata karşı. Gözlerimin kenarında biriken yaşları elimin tersiyle sildim. Satılmıştım, şiddet görmüştüm, esir tutulmuştum, hakarete uğramıştım ve aşağılanmıştım ama hayattaydım. Hepsinden önemlisi bebeğim hayattaydı. Gururum incinmiş olabilirdi fakat bu adamın yanında güvendeydim bebeğim güvendeydi. Uzandığım yerden doğrulup banyoya girdim. Belki içimin yangını dışımın kiri gibi akıp giderdi suyla birlikte. Sıcak suyu açıp küvete dolmasını bekledim. Sıcak su bi nimetti. Soğuk suyla aldığım duşları hatırlayıp ürperdim. Küvete dolan suyla birlikte üzerimdeki kıyafetlerden kurtuldum. Önce bir ayağımı suyla buluşturup sıcaklığı hissettim. Bedenim rahatlamanın verdiği huzuru yakalamıştı bile. Suyun ısısından tatmin olup bütün bedenimi suya bıraktım. Küvetin içinde uzanıp suyun omuzlarıma kadar yükselmesine izin verdim. Suyun içinde hareketsizce öylece bekledim. Ne demişti şeytancık "tadını çıkar" tadını çıkarıyordum. Daha sonra kaçmak için planlar yapabilirdim. Yarım saate yakın suyun içinde hareketsizce bekledim. Hareket eden tek şey nefes aldığımda hafifçe yükselip alçalan suydu. Derimin buruş buruş olacağına emindim.

Saçlarımı bol şampuan ile köpürtüp duruladım. Şeytancığa haber vermeden girmiştim banyoya kızabilirdi.  Daha fazla oyanlanmamak için saçlarımı son bir kez köpürtüp duruladım. Sudan çıkıp kapının arkasında asılı olan bornoza baktım. Acaba daha önce kullanılmış mıydı? Bunu dert edecek değildim, rezil bi hayattan gelmiştim ve orda her türlü pisliği görmüştüm. Ama Şeyma denen kadına aitse kullanmam doğru olmazdı, bundan rahatsızlık duyabilirdi. Ki duyduğunu açık bir sekilde dile getirmişti. Sonunda bornozu kullanmaya karar verip giydim. Odaya geçip bana uygun olabilecek iç çamasırlar aradım. Bu konuda içim rahattı çünkü hepsinin etiketi üzerindeydi. Şeyma hanımın ya etiketleri çıkarmama gibi garip bi huyu ya da giydiğini çöpe atmak gibi bir huyu vardı. Aslına bakarsak ikiside garipti. Sonunda yine en sade çamaşırları bulup üzerime geçirdim. Sırada kıyafet bulmak vardı. Bu konuyu şeytancıkla konuşmam gerekiyordu çünkü başkasına ait kıyafetleri giyip kimseyi rahatsız etmek istemiyordum. Bu sefer siyah kolsuz bir badi ve altına hafif bol bi eşofman giymiştim. Hayret! Şeyma eşofman giyiyormuymuş. Saçlarımı küçük bir havlu yardımıyla kurulayıp minik bir tokayla topladım. Bi konuda çok şanslıydım. Hamileliğimden sonra tüylerim dökülmüştü ve bir daha da çıkmamıştı. Bu yüzden bunca olayın içerisinde bir de istenmeyen tüylerle uğraşmıyordum. Ufak tefek çıkıyordu tabiki ama bunlar göze batacak kadar değildi. Artık aşağı inip şeytancıkla konuşmak gerekiyordu. Merdivenleri inerken birden durdum. Ben banyodayken birileri gelmiş olabilirdi bu yüzden sessiz olup içeriyi dinledim. Hiç ses yoktu hatta gariptir gibi şeytancıktan da ses gelmiyordu. Merdivenleri inip salona baktım ama yoktu. Mutfakta mı acaba diye düşünüp mutfağa baktım ama orda da yoktu. Galiba gitmişti. Televizyonun karşısına geçip koltuğa uzandım. Ekranda çok güzel bir çift el ele sahilde yürüyorlardı. Bu görüntüye imrenerek baktım. Önceden hayaller kurardım ama artık kurmuyordum. Hayat böyle hayaller kurdurmayacak kadar çok vurmuştu beni. Gözlerimin yavaş yavaş ağırlaştığını hissettim. Günümün yarısından çoğunu uyuyarak geçirmeye başlamıştım ama elimde bundan daha iyi bi seçenek yoktu.

Gecem gündüzüm birbirine karışmış, saat kavramım kalmamıştı. Uyandığımda sanırım sabahın ilk ışıklarıydı. Etraf camlardan gördüğüm kadarıyla kızıla boyanmıştı. Hala salonda koltuktaydım ama üzerime kırmızı ince bir battaniye örtülmüştü. Şeytancık geri dönmüştü anlaşılan. Sabahın çok erken saatleriydi ve benim uykum iyice açılmıştı. Mutfağa gidip dolaptan bir bardak süt aldım. Çocukluğumdan beri süt içmeyi hep sevmişimdir. Salona geçip neredeyse tüm duvarı kaplayan, manzarayı gözler önüne seren pencerenin karşısında oturdum. Öyle saçma sapan bir hayat yaşıyordum ki bazen dayanabildiğim için kızıyordum kendime. Pes etsem kalkmasam düştüğüm yerden belki biterdi bunca işkence. Öyle kırık bir gönlüm vardı ki nefes almayı haram kılmıştı bedenime, her nefesimde acıtıyordu yüreğimi. Yorulmuştum...

Burdan kaçma planları yapmalıydım. Artık kaçıp yeni düzen kurmalı ve bu saçma hayata dur demeliydim. Ama nasıl? Hem sütümü içip hem de ne yapabileceğime dair planlar yapıyordum. Her yer kilitliydi bu da yetmezmiş gibi kapıda korumalar vardı. Belki de bebeğim doğana kadar beklemeli daha sonra diğer kızların olduğu yer her neresiyse ordan kaçmalıydım. Hem buradaki konforu sevmiştim karnım doyuyordu, temizdim ve sıcaktı her yer. Ben gerçekten iyi değildim. Nasıl burda onunla yaşamayı kabul edebilirdim. O kızları satın alan bir şeytandan başka birşey değildi. Burdan bir an evvel kaçıp kendi düzenimi kurmalıydım.

Uzun bir süre oturmuştum sanırım pencerenin önünde. Uzun süren sessizliğin ardından merdivenlerden gelen ayak sesiyle irkildim. Sesin geldiği yöne dönünce korkum yerini şaşkınlığa bıraktı. Mavi gözlü şeytan üzerinde siyah bi eşofmanla merdivenlerde dikilmiş aynı şaşkın gözlerle bana bakıyordu. Şaşırmış haldeki yüz ifadesini görünce şaşkınlığım arttı. Çünkü onu ilk defa sert yüz ifadesinden başka bir ifadeye bürünmüş şekilde görmüştüm. Ne diyeceğimi bilemez halde "Günaydın" dedim. Tabiki kibarlık gösterip cevap vermedi. Sadece başını sallayıp mutfağa geçti. Elinde bir şişe suyla mutfaktan çıktığında koşuya çıkacağını anlamıştım. Zaten çok fit bir vücudu vardı. Kaslı kolları ve uzun boyluyla çok karizmatik bir erkekti. Tabii bunlar beni ilgilendirmiyordu. Beni ilgilendiren daha önemli konular vardı.

"Şey. Biraz konuşabilir miyiz?"
"Ne hakkında."
"Aklıma takılan bikaç soru hakkında..."
"Koşuya çıkmam gerekiyor o sorular biraz daha aklını kurcalasın"
Ve kapı kapandı. Bi insan bu kadar kaba olamazdı. Beni sorularımla baş başa bırakıp gitmişti. Bu hiç adil değildi hem aklına birşey takılınca bana sor diyordu hem de sorunca kabalık yapıyordu. Elimde kocaman bir hiçle koltuğa attım kendimi. Bu adam gerçekten sinir bozucuydu, ondan nefret ediyordum. Onu kafama takmamaya karar verip mutfağa geçtim. Bebeğim acıkmıştı fakat yiyebilecek hiç birşey yoktu. Dolapta içecek adına herşey vardı ama yiyebilecek hiç birşey yoktu. Bu adam nasıl yaşıyordu? Yiyecek birşeyler bulamayacağımı anlayıp salona döndüm. Tam televizyonu açtığım sırada kapının açıldığını duyup kapıya baktım. Karşımda bir adet terli ve saçlarının bir tutamı alnına yapışmış şeytancık buldum. Tek kelime etmeden odasına çıkmak için merdivenlere yöneldi. Madem sert olacaktı bende bundan sonra kibarlığı bırakıcaktım. Sonuçta bu adam beni kaçırmıştı!
"Bu evde yiyebilecek hiç birşey yok. Ekmek bile yok." diye çıkıştım arkasından bağırarak. Üçüncü basamakta durup arkasına döndü. Gözlerimin içine sert bi ifadeyle bakınca biraz ürkmüştüm ama asla geri adım atmayacaktım. Fakat o benim zayıf noktalarımı biliyor ve çok da güzel kullanıyordu.
"Kocanın evinde çok mu yedin Prenses!"

Ay TutulmasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin