Hayatım boyunca işler hiçbir zaman istediğim gibi ilerlememişti. İlk başlarda bunu yadırgasam da sonrasında umursamamayı seçmiştim. Tanrı'ya olan inancım var mıydı, tam olarak ne zaman onu yitirdim inanın hiç anımsamıyorum. Hayatın adaletsizliğine küçük yaşımda şahit olmuş biri olarak Tanrı kavramını kavrayamadan o kavramı kaybetmiştim. Sonuç olarak geriye kalan ise kendi bilinmezliğimde boğuşup durduğum bir hayat olmuştu. Hayata tutunmaya çalışırken beni nereye sürüklediğini önemsememiştim, hiçbir zaman sorgulamadan peşinden gitmiştim ve hiçbir zaman itiraz etmemiştim. Gözlerimi bu küçük köyde açtığımda ise hayatın beni başından savdığının farkındaydım. Küçük bedenimi ölüme terk etmeye gönlü elvermediği için geleceğimi başka ellere bırakmıştı ve çoktan bulunduğum yerde beni bırakarak geleceği oluşturmaya devam etmişti. Bu ilk terk edilişim değildi.
Kendi ellerime bırakılan geleceğim ile geçirdiğim birkaç yılın ardından şans eseri tekrar hayatı yakaladığımı hissediyordum. Derin derin aldığım soluklarla saklandığım yerde etrafı kolaçan ederken hangi geminin prensi bulmak için oluşturulan kafilenin bineceği gemi olduğunu çözmeye çalışıyordum. Şansıma bulunduğum yerden gemilerin isimleri okunmuyordu, hayat hiçbir zaman bana şansı tattırmamıştı. Bu durumu önemsemeyerek yüzüme indirdiğim kapüşonumu daha da öne çekerek bulunduğum yerden ayaklandım ve gemilerin arasında dolanarak gemilerin üzerine kazınmış isimlerinde karanlığın elverdiğince gözlerimi gezdirdim. Zamanımın git gide azaldığının bilinciyle aradığım gemiyi bulduğumda önünde durdum ve etraftaki hareketliliğe göz değdirdim. Tanıdık bir sima ile karşılaşmamanın rahatlığıyla geminin önünde bekleyen sakallı adama doğru ilerledim. Yüzündeki yara izlerini kaşıyarak bana döndüğünde konuşmadan elimdeki keseyi ona doğru fırlattım. Gözleri üzerimdeki pelerini delip geçmek istercesine üzerimde dolandığında sessizce onayını bekledim. Yüzüne bir gülümseme yerleştirip çürüklerle kaplı sarı dişlerini açığa çıkardığında tepkisizliğimi korumak için kendimi zorladım. Başıyla gemiyi işaret ettiğinde sessizce içeri girdim ve kendime sessiz ve karanlık bir köşe seçtim. Etrafta bulunan birkaç yolcuya göz değdirip vücudumu saran ürpertiyi yok saydım ve sessizce diğerlerinin gelmesini beklemeye koyuldum.
Son üç günde süren toplantılara sessizce katılmıştım, bu durumdan kimse şüphelenmemişti çünkü bu gruba dahil olmak istemediğimi açık bir şekilde dile getirmiştim. Toplantı odasında yapılan planlarda birkaç kez fikrimi öne sürüp diğer kalan zamanlarda ise sessizliğimi koruyarak yapılan planlara kulak kabartmıştım. Genel olarak orada Hoseok hyung'un zoruyla bulunduğumu düşündürtecek şekilde bıkkın durduğum için kimse benden şüphelenmemişti ya da oradaki varlığımı sorgulamamıştı. Sonuç olarak prensi aramak için oluşturulan grubun bütün yol rotasını sessizce ezberlemiştim. Şu anda cebimde sıkı sıkıya tuttuğum haritaya ise bunları kazımıştım.
Gemide oluşan hareketlilikle dikkatimi o yöne verdim. Gemi ile kara arasındaki tahta parçasına tırmanan birkaç bedenle birlikte bulunduğum yerde daha da geriye sinerek kapüşonumu daha da yüzüme çektim. Duyduğum ayak sesleriyle güverteye girdiklerini anladığımda fısıltıları kulağıma ulaştı. Yerimde daha da sinerek başımı hafifçe öne eğdim ve uyuyormuşum gibi başımı hafifçe yana eğdim. Hoseok hyung'a ait olduğunu anladığım ses tekrar kulaklarıma dolduğunda daha da yakınıma geldiklerine emin oldum.
"Bilmiyorum Jimin, odasının kapısı kilitliydi. Uyuyor olabileceğini düşünerek kapıyı çalmadım fakat içim rahat etmiyor. Onu son bir kez görüp gitmek isterdim."
Nefesimi hafif bir şekilde dışarı verip kollarımı vücuduma sardım ve dinlemeye devam ettim.
"Hyung bizimle gelmek istemediğini söylese de içten içe bunu istediğine eminim, bu yüzden bizi yolcu etmek istememiş olabilir. Lütfen endişelenme."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bandit // Yoonkook
FanfictionO haydutlar çetesinin kayıp lideri Min Yoongi'ydi. Bense son anda ölümün kollarından kurtardığı bir çocuktum. 'Yoonkook Vmin Namjin'