K.N
İnsanların mutlu olmak için yaşadığını söylerler. Açıkçası mutluluk tam olarak nedir, nerede bulunur, nasıl hissettirir hiçbir fikrim yok. Belki mutlu olmuşumdur belki de olmamışımdır, bilmiyorum. Bildiğim tek şey yaşamaya devam ettiğim; mutlu olarak ya da mutlu olmadan. Çoğu zaman mantığımın esiri olarak attığım adımlarla birlikte iyi hissettiren olaylar yaşadığım doğrudur fakat geri kalan zamanlarda tam olarak bir boşluktum. Doğduğum için yaşıyordum işte, bir amacım yoktu ya da beni hayata bağlayan herhangi bir etken, sadece yaşıyordum. Nefes alıyordum, veriyordum, ilerliyordum, geri çekiliyordum bakıyordum ama gördüğüm pek söylenemezdi.
Neden böyleydim, neden diğer insanlar gibi hayatın tadını alamıyordum?
Bu soruyu kendime soralı ve cevap aramayı bırakalı o kadar uzun zaman oluyordu ki artık sadece gülüp geçiyordum. Gecelerce kafa yorduğum bu soru beni hayattan daha da koparmaktan başka işe yaramıyordu. Öyle ki hayata dair tüm soruları bir çekmeceye biriktirip onları kilitlemiştim. Eh, anahtarı da bir daha bulmamak üzere zihnimde akıp duran nehire bırakmıştım fakat nasıl bir tesadüfse her gece bir şekilde o anahtar nehirin hızına rağmen köşe bucakta bir yere takılıp gözüme batmayı başarıyordu. Her gece aynı rutini tekrarlayıp sorularımla baş etmeye çalışıyordum, ardındansa her birini tekrar kilitleyip anahtarı nehre salıyordum. Bu durum öylesine normalleşmişti ki benim için, uyku ihtiyacımı yitirmiştim fakat bunun etkilerini de görmeye devam ediyordum. Halsizlik, baş ve göz ağrısı, tahammülsüzlük, sürekli sinir hali vesaire vesaire... Sonuç olarak uyuyamıyordum ve bu uykusuzluk hali hayatımı kendim için daha da çekilmez kılıyordu. Düşüncelerim beynimi öylesine istila ediyorlardı ki zamanı bile kavrayamıyordum. Akıyordu, akıyordu ve akıyordu. Bense onun peşinde tamamen dalgın ve uykusuz bir biçimde sürükleniyordum. Yürüyordum, koşuyordum ve ilerliyordum fakat etrafımda akıp giden hiçbir şeyin farkında da değildim. Hayatımı bu şekilde geçirmiştim. Bir ara tökezlemiştim ve geri kalkamayacağımı sandığım anda elimden tutan eller beni yanıltmıştı. Sanırım yaşadığımı hissettiğim ilk an tam olarak burasıydı, hayatımın ve hikayemin başlangıç noktası fakat bu konuyu daha sonra konuşacağız. Şimdilik, sadece üstün körü bir şekilde anlatacağım.
Her şeyin en başına gelirsek- süslü ve anlaşılmaz kelimeleri çıkartacak olursak- işte o zaman hikayemin basitliğini görebilirsiniz fakat söylemiştim; benim gibi boş bir insan için fazlasıyla uygun bir hikaye bu.
Basit bir ailedendim. Saray'ın bakanlarından olan bir adamın uşağının çocuğuydum. Aileme köle demek biraz haksızlık olurdu çünkü biz kölelerin aksine fazlasıyla özgür olan maaşlı çalışanlardık. Eh, bundaki en büyük etken tabi ki de babamın zekasından kaynaklanıyordu. Bakan, babamın zekasından faydalanarak olduğu konuma gelmişti ve biliyordu ki bulunduğu konumda kalmak için de babamın zekasına ihtiyaç duyuyordu. Bundan dolayı babamın taleplerini de bir yere kadar yerine getiriyordu. Mesela babam istediği zaman çekip gidebilirdi -sözleşme maddelerinde bu şekilde yazsa da hepimiz biliyorduk ki böyle bir girişim yaptığı anda öldürülecekti, bundan dolayı onun özgür olduğunu iddia etmek biraz yanlış olur fakat köleler kadar da kısıtlanmış değildi- aile üyelerimiz bakanın emrinde çalışmak zorunda değildi ve oldu ki çalışmaya karar verirlerse aile üyeleri de bu sözleşmedeki maddelerden yararlanabilecekti. Ayrıca aylık olarak belli bir ücret alıyorduk, istediğimiz zaman evden çıkma özgürlüğüne sahiptik ve belirli çalışma saatlerimiz vardı. İşte tüm bunlar bizi kölelerden ayıran konulardı. Şunu da eklemeliyim ki bakan diğer birçok soylunun aksine oldukça anlayışlıydı. Kölelerine de acımasız davranışlar sergilemezdi ki bu konuda ona oldukça saygı duyardım. Ayrıca saraydaki diğer soylu çocuklarla aynı düzeyde eğitim almamı sağladığı için ona borçlu bile sayılabilirdim.
Dediğim gibi, özgürdüm. Eğitimimden geriye kalan zamanlarda Saray'da ve şehirde gezinirdim. İnsanlarla sohbet edip neyin ne olduğunu anlamaya çalışırdım. Birçok insan beni severdi. Hatta bir kölenin çocuğu olduğumu düşünseler dahi Saray'da saygı görürdüm. Diğer çocuklar beni yadsımazdı ve aralarına kabul ederlerdi. Çoğu zaman oyunlarına da dahil ederlerdi fakat oyun oynamaktansa gökyüzünü, ağaçları, çiçekleri ve böcekleri incelemeyi severdim. Böyle bir zamanda Saray'da tanıştığım ama aynı yerde ders görmediğim bir arkadaşım dahi vardı fakat bu ayrı bir hikaye. Şimdilik bu konuyu rafa kaldırıyorum.
Saray'da olmadığım zamanlarda ise ailemin yanında onlara işlerinde yardım ederken bulurdum kendimi. Babam bakanın tüm işleriyle ilgilenmekle ve bakana projeler sunup bakanın ona ilettiği ülkeyle ilgili sorunlara çözüm üretmekle görevliydi ve annem de evin tüm düzeninden sorumlu çalışandı. Normalde bu konumu evin hanımı devralsa da bizim çalıştığımız bu ailede evin hanımının rahatsızlığından ötürü bu görevi üstlenecek güvenilir birinin olması bakanın da işine geliyordu. Normaldi işte, oldukça normal bir aile hayatım vardı. Her şey olduğu gibiydi fakat bir gün, bir gün -sanırım saraydaki o bahsettiğim arkadaşımın ortalıktan kaybolmasının da etkisi vardı- çekip gitmeye karar verdim. Ani bir karardı. Daha çok küçüktüm ki öğrenecek de çok şeyim vardı fakat aklımı toplayamıyordum işte. Sürekli olarak özgürlüğü, yolculuk etmeyi, yeni yerler keşfedip öğrendiğim öğreneceğim her şeyi tecrübe etmeyi istiyordum. Bu isteğim öylesine yoğundu ki beni uykularımdan ediyordu. Sürekli dalgın bir şekilde dolanmama neden oluyordu. Bu sıkıntımı babama açtığım zamansa kesin bir dille beni reddetmişti. Onun için işler yolundaydı, göreceğini görmüş, yaşayacağını yaşamıştı. O anda özgürlüğünü biraz yemek, barınacak ev ve az miktar maaş için feda etmek sıkıntı değildi fakat ben gençtim. Toy bir delikanlı olarak özgürlüğe ve bilgiye açtım. Gezerek görerek öğrenmek istiyordum. Açlığı da tokluğu da bu şekilde tatmak istiyordum ve bu isteğime karşı koyamıyordum. Babam ise beni belki kararımdan vazgeçerim diye evde tutuyordu. Bana işler veriyor ve kafamı dağıtmaya çalışıyordu fakat olmuyordu; bu isteğimin önüne hiçbir şey geçemiyordu. Öyle ki bir süre sonra yemeden ve içmeden kesilmiştim. Bedenimin zayıf düşmesi üzerine ise bakan devreye girmişti ve beni Saray doktorlarından birine götürmüştü. Doktor ise sadece ne istersem onu yapmam gerektiğini söylemişti. Buydu işte, babamın kabul etmemekte ısrar ettiği sorunum buydu. Fakat bir gün bir şekilde kabul etmişti. Sebebini sorduğumdaysa sadece şunu söylemişti:
"Ben kendi yolumu çizmekte özgürdüm evlat. Senin gibi özgürlüğün peşinde koştum fakat bak, şu anda kendimi bir adamın emri altında buldum. Hayatın bizi döndürüp dolaştıracağı yer burası, bu bizim kaderimiz. İster kabul et ister kabul etme ama eninde sonunda buraya döneceksin. Bu yüzden seni serbest bırakıyorum. Git, git ve tüm güzellikleri dikenleriyle birlikte gör. Gerektiğinde yara al ama kendini iyileştirmeyi de bil. Kimseye muhtaç olma fakat eninde sonunda bu muhtaçlığa teslim olacağını da bil. Yine de kendi yolunda kendi isteğinle teslim ol. Git evlat, bu dünyada görülecek, yaşanacak çok şey var."
Gittim.
Bir daha dönmemek üzere çıktığım bu yolda birçok ada gezdim, birçok olay gördüm ve birçok insanla tanıştım. Yüzlerce hikaye dinledim. Gerektiğinde aç kaldım ve bulabildiğimde karnımı doyurdum. Kendi yolumu çizmek adına koşturdum durdum ve kayboldum. Kendi yolumda, kendimde kayboldum. Beni bulan şans eseri bir kavgada onun arkasında durduğum Min Yoongi'ydi. Kader bizi nasıl bir araya getirmişti, nasıl her şeye tepkisiz olan beni, onu ve Hoseok'u kurtarmaya itmişti bilmiyorum fakat olmuştu işte. Bir şekilde, ara sokakta dövülmüş bir halde yerde kanlar içinde yatarken ağzındaki kanı yere tükürüp diş etlerini görebileceğim şekilde gülümsemişti. Hırıltılı sesiyle ismini söyleyip kendilerine eşlik etmeyi isteyip istemediğimi sorduğunda onu neden onayladım inanın hiç bilmiyorum. Belki de sadece kendi yolumu çizmeyi bırakıp hayatın beni yönlendirdiği tarafa gitmeyi tercih etmiştim. Sonuç olarak Min Yoongi bana bu yolda eşlik etmek için fazla hevesliydi ve ben de hayır diyememiştim. Hikayem bir şekilde, böyle devam etmişti fakat asıl başlangıç farklıydı.
Min Yoongi'nin peşindeydim ancak hâlâ kayıptım. Kalbimi geçmişimde bırakmış biri olarak, kalbimi aramaya cesaret edemeyecek kadar kaybolmuştum işte. Kalbimin hikayesinin başlangıcı olmuştu fakat sonu için beklemem gerekiyordu. Beklemek ise bir ömür gibi sürüyordu.
KIM NAMJOOOOOONNNNNNN
Bayramınız mübarek olsun ve bu da Bayram harçlığı dkxjspwşdm
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bandit // Yoonkook
FanfictionO haydutlar çetesinin kayıp lideri Min Yoongi'ydi. Bense son anda ölümün kollarından kurtardığı bir çocuktum. 'Yoonkook Vmin Namjin'