J.H
Hayat çoğu zaman beklenmedikti. Kendinizi, olmasını düşündüğünüz gelecekten çok farklı yerlerde bulurdunuz ve bu durum hiç beklenmedik şekillerde gerçekleşirdi. Benim hikayem de bu şekilde başlamıştı. Birinci dereceden soylu bir ailenin tek oğluydum. Dolayısıyla ailem tarafından oldukça değerliydim ve bir dediğim iki edilmezdi. Ailem en iyi koşullarda, en iyi öğretmenler tarafından eğitilmemi sağlamışlardı. Beni bir prens gibi özenli bir şekilde koruyup diğer insanlardan ayırmışlardı. Bakıldığında mükemmel bir hayata sahip olduğum düşünülürdü fakat içten içe durum hiç de sanıldığı gibi değildi.
Yalnızdım.
Etrafımda bana yaranmaya çalışan onca insanın arasında öylesine yalnızdım ki bu durum beni ve hayatımı kötü etkilemeye başlamıştı. Çocukluğumda arkadaş nedir bilmezdim, hep tek başıma oynardım. Bir kardeşe dahi sahip değildim ki! Annem çoğunlukla beni umursamazdı ve babam ise Saray'dan eve çok nadir uğrardı. Benimle ilgilenenler her zaman evdeki kölelerdi fakat onlarla da iletişim kuramazdım çünkü evde kölelerin benimle belirli kalıplar haricinde iletişime geçmeleri yasaktı. Adamakıllı konuşabildiğim tek kişiler eğitimimden sorumlu bilginler ve filozoflardı lakin onlar da derslerim haricinde herhangi bir sohbete dahil olmazlardı. İlk başlarda bunun eksikliğini çok hissetmesem de ilerleyen zamanlarda her şey sarpa sarmaya başlamıştı. Okuduğum kitaplarda gördüğüm insan ilişkilerine ihtiyaç duymaya başlamıştım ve ister istemez konuşabileceğim, beni anlayıp dinleyebilecek birilerinin varlığına gereksinim duymaya başlamıştım. Bu noktada devreye evimize getirilen o cılız köle girmişti. Aksiydi, umursamazdı ve kuralları takmıyordu. Açıkçası onu neden evime getirdiklerini bilmiyordum fakat sonradan öğrendim ki o, benim asla sahip olacağımı düşünmediğim geleceğime açılan kapıydı.
Min Yoongi.
Şu an karşımda bardağına doldurduğu sojuyu tek hamlede yutan bu adam. Bu adam benim yoldaşımdı, geleceğimdi ve dostumdu. Hayata dahil olmamı sağlayan, gözümü açıp kendi kararlarım doğrultusunda hareket etmemi sağlayan kişiydi ve ona minnettardım. Onun sayesinde nefes almıştım ve onun sayesinde gözlerimdeki perdeleri indirmiştim. Onun bendeki değerini hiçbir para birimi veyahut hiçbir değerli maden karşılayamazdı fakat bu söylediğim hiçbir güzel söz onun aksi bir ihtiyardan hallice olduğu gerçeğini değiştiremezdi. Karşısına oturduğumdan ve gözlerimi üzerine diktiğimden beri üçüncü bardağını içtiğinde sonunda dayanamayarak doldurduğu dördüncü bardağı ondan önce davranıp kafama diktim. Bardağı masaya bırakıp gözlerimi onun gözleriyle buluşturduğumda titrek göz bebeklerinde gezindim. Gözleri sulanmıştı ve kızarmıştı. Dışardan gören biri onun sarhoş olduğunu düşünebilirdi ancak ben biliyordum ki Min Yoongi sarhoş olmazdı. İçki tüm bedeninden sadece beynini uyuşturmazdı ve o en çok beyninin uyuşmasına ihtiyaç duyardı. Zihni'nden geçen düşüncelerinin varlığının bilinciyle nefesimi dışarı verdim ve önündeki içkiyi alıp bardağa doldurduktan sonra içmeden önce konuştum.
"Sizi sadece birkaç dakikalığına yalnız bıraktım ve odaya döndüğümde Jungkook'un boynunda morarmış parmak izleri vardı." Görüntü Zihni'me süzüldüğünde gözlerimi kapayıp bardağı başıma diktim ve tekrar karşımdaki adama baktım. Bakışları masada bir noktaya kilitlenmişti ama yine de beni dinlemekte olduğunu biliyordum. Konuşmaya devam ettim.
"Ağlamaktan gözleri kıpkırmızı olmuştu ve tir tir titriyordu. Hyung, ona bu şekilde davranmayı ne zaman bırakacaksın?" Yoongi'ye hyung diye seslendiğim nadir anlardan birindeydik, cümlem üzerine gözlerini yüzüme çevirdiğinde ona bakmaya devam ettim. Biliyordum ki, o da çoktan pişman olmuştu fakat geri adım atmazdı. Tanıdığım Min Yoongi her zaman hareketlerinin arkasında duracak kadar inatçıydı. İçki şişesini başına diktikten sonra masaya sert bir şekilde bıraktı. Gözlerim şişeyi sımsıkı saran parmaklarına odaklanmışken konuştuğunda bakışlarımı yüzüne çevirmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bandit // Yoonkook
FanfictionO haydutlar çetesinin kayıp lideri Min Yoongi'ydi. Bense son anda ölümün kollarından kurtardığı bir çocuktum. 'Yoonkook Vmin Namjin'