Kulağıma çalınan heyamolalar eşliğinde rüzgarın tenimi okşamasına izin verdim. Hafif hafif esen rüzgarın soğuğu tenimi ısırırken diğer yandan da tepemde kendini belli etmek için daha da ışıldayan güneş ısınmamda yardımcı oluyordu. Dört gün geçmişti yolculuğumuzun başlamasının üzerinden, zaman sanki bizi unutmuş gibi yavaşlamıştı ve günün her saniyesini hissetmemize neden oluyordu. Bulunduğum durumdan şikayetçi değildim, zira uzun zamandır ilk defa böylesine huzurlu bir an yakaladığım için umutluydum. Geride bıraktığımız birçok düşünce ile birlikte bilinmezliğe doğru yol alırken endişelerimden bir nebze de olsa beni sıyıran şu saniyeleri sonuna kadar hissetmek istiyordum. Biliyordum ki, bu gemiden indiğimiz anda bir daha böyle bir ana tutunma imkanım olmayacaktı.
"Anımsıyor musun, bir gün babandan habersiz seni kıyıya götürmüştüm. Sabahın köründe gizlice evden kaçıp yanıma gelmiştin ve birlikte aynı böyle bir havada, güneş tepemizde bize göz kulak olurken okyanusu doyasıya seyretmiştik," yanımda hissettiğim varlığıyla birlikte gülümseyip anımızın devamını getirdim.
"Geri döndüğümüzde babam seni köyün sonuna kadar sopayla kovalamıştı," gülümsediğinin bilinciyle derin bir nefes alıp gözümün önünden akıp giden anılarımı seyredurduğumda az öncekinin aksine özlemle harmanlanmış sesini duyduğumda bakışlarımı Yoongi'nin yüzüne çevirdim.
"Geçmişimi birçok kez arkamda bırakmak istedim, ancak seni hiçbir zaman ardımda bırakamadım," söylediği cümleyle birlikte derin bir nefes alıp vücudumu da ona çevirdim.
"Artık geride bırakabilirsin, buradayım."
"Eğer geride bırakırsam, gözümde hâlâ o küçük çocuk olarak kalır mısın?"
"Yoongi..." dedim pişmanlıkla harmanlanmış sesimle, biliyordum, o gün babamın zoruyla onu orada bırakıp gittiğim için kırgındı bana. Her zaman benimle tanıştığı anda ilk nefesini ciğerlerine çektiğini söylerdi fakat ben, onu kendi nefesinde boğmuştum. Kendi isteğimle olmasa bile onu ardımda bırakmıştım. Çocukken verdiğimiz sözü bozan bendim, ayrılmayacağımıza dair ona yemin ettiren de yemini bozan da bendim.
Yorum yapmadı, gözleri bir süre dalıp gittiğinde onun ne düşündüğünü merak ettim. Gözlerimi üzerinden çekmeden bir süre daha izledim onu, kıstığı gözlerini kırpıştırıp tekrar bana baktığında bakışlarındaki değişimi yakalamıştım. Bir an çocukken tanıdığım o küçük çocuğun şefkatli bakışlarına bürünürken bir diğer anda oldukça ifadesiz bir hale geliyordu. Çoğu zaman, tanımamıyordum onu. Zaman öylesine yontmuştu ki karşımdaki adamı, özünden oldukça farklı bir hale bürünmüştü. En başından beri kolay bir hayata sahip olmasa da, daha fazlasına maruz kaldığını da anlamak zor değildi.
"Yüzük hakkında seninle yeterince konuşamadım. Bu yüzüğün, prens için ne ifade ettiğini biliyor musun?"
İç çekip cebimde ağırlığını hissettiğim yüzüğe attım elimi. Üzerindeki Anka kuşu sembolünü okşarken diğer yandan da prens ile olan anılarımı gözden geçiriyordum.
"Bilmiyorum, aslına bakarsan prens, hiçbir zaman bu yüzüğü parmağına takmazdı fakat her nedense ya yanında taşırdı ya da yakınında olacağı yerlere koyardı. Hatta benim haricimde odada biri varsa o yüzük mutlaka ortadan kalkardı. Yani benden başka kimsenin gördüğünü de sanmıyorum. Ah, çok karışık, gerçekten Prens'in ne yapmaya çalıştığını anlayamıyorum," başımı iki yana sallayarak bitirdiğim sözlerime karşılık bir süre sessizce düşündü. Onun da Prens hakkında aklının bir hayli karışık olduğunu görebiliyordum. Bana doğru elini uzattığında yüzüğü istediğini anlayıp parmakları arasına bıraktım ve sessizce yüzüğü incelemesini izledim. Her ayrıntısını gözlerini kısarak inceledikten sonra yüzüğü tekrar bana uzattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bandit // Yoonkook
FanfictionO haydutlar çetesinin kayıp lideri Min Yoongi'ydi. Bense son anda ölümün kollarından kurtardığı bir çocuktum. 'Yoonkook Vmin Namjin'