0

5K 259 110
                                    

Yine bir perşembeydi. Perşembe günleri postacı gelip postalarımı bırakırdı, ben de hayal kırıklığı içinde onları incelerdim. Her seferinde bir türlü öldüremediğim umut kırıntılarıyla dolaşırdı ellerim zarfların arasında. Gözlerimin hafifçe açılmasına engel olamazdım bir türlü. Yine bir perşembe, gelen üç zarf elimde duruyordum.

Postacı "Güzel haberlerini bekliyoruz Jeongguk" dedi ve küçük motosikletiyle uzaklaştı. Ben de bekliyorum diye mırıldandım arkasından. Eski heyecanım kalmamıştı, normalde zarfları yırtarcasına açıp her bir kelimeyi sindirerek okumam lazımdı. Şimdi ise gelen adreslere bakıp apartmana yönelmekle yetiniyordum. Penceresinden dördüncü katta oturan yaşlı kadın bakıyordu. Bana bakışında acıma var gibi gördüm ya da öyle görmek istedim. Garip bir baş selamıyla ona gülümseyip ağır kapıyı ittim ve içeri girdim. Beş kat yukarı çıkışımdan mı yoksa yine bir zarf açma merasimi gerçekleşeceği için mi bilinmez, kalbim hızlı hızlı atıyordu. Çantamı kirli kıyafet yığınının altında kaybolan kanepeye attım ve ilk zarfı açtım.

"Sayın Jeon Jeongguk, başvurunuz 14 Ocak tarihinde kayda alınmış ve şubat ayı içerisinde incelenmiştir. --- şirketinin editörü olarak  üzülerek söylemeliyim ki-" Çöp.

"Merhaba Jeongguk! Şirketimiz size her gün en iyisini ulaştırmak için çabalıyor! Başvurular ve şikayetler için ------. İyi günler, başvuru için gönderdiğiniz kayıt malesef yeterli bulunmamıştır. Lütf-" Çöp.

Öteki zarfı açtığımda gözlerimin dolmasına engel olamadım. Diğer şirketler gibi kısa ve kibar bir not gönderme zahmetine bile girmemişler ve başvuru kaydımı üzerinde kocaman, kırmızı bir YETERSİZ yazısıyla geri göndermişlerdi. Reddedilmeye ve "yetersiz" görülmeye alışıktım ama zaten işte çok kötü bir gün geçirmiştim. Kendimi dizginlemeye, ağlamamı engellemeye çalıştım. Çünkü ağlamak istemiyordum. Maruz kaldığım haksızlık karşısında ağlamak en saçma ve en son çareydi benim gözümde.

Kaydımı duvara fırlattım. Hafif bir çıt sesiyle kırıldı ve yere düştükten sonra kapağı açıldı. Büyük bir hevesle onu doldurduğum günü ve üzerine özenle ismimi yazışımı hatırladım. Çok öncesiydi. Henüz hevesimi yitirmediğim zamanlardı. Aylar sonra başvurumu değerlendirip sadece yetersiz yazıyorlardı, öyle mi?

Yetersiz miydim ben?

Kafamda milyon kere dönen "yetersiz" gibi aşağılık bir sıfata daha fazla dayanamayacağımı anlayınca yağmurluğumu aldım ve kapıyı sertçe çekerek çıktım. Yine penceresinden bakan yaşlı kadın gördü beni, bu sefer başımı bile kaldırmadım, gözlerim çok büyük bir ihtimalle kıpkırmızıydı ve kimsenin beni öyle görmesini istemiyordum. Kendimi sokağa attım. Bilmediğim caddelere, insanlardan uzak ıssız yerlere yürüdüm. Yanımdan sayısız gölge geçti. Birkaçı suratıma dikkatle baktı. Ne olduğunu merak ettiler belki de. Bir şey yok diye bağırasım geliyordu onlara. Bir şey yok, her zamanki gibi dünya birilerini üzüyor.

Kaç saat yürüdüğümü kestiremiyordum. Zihnim hala beni üzecek saplantılarla boğuşurken bedenim yorgunluk sinyalleri veriyordu. Bacaklarımdaki şiddetli kan akışını ve kaslarımın gerilişini hissedebiliyordum. Acı vermeye başlamıştı. Dövercesine sağanak yağan yağmur yüzünden yüzüm de alev alev yanıyordu. Kulaklarımın ve burnumun ucunu hissetmiyordum. Ucuz, senelerdir kullandığım ayakkabılarım su dolmuştu. Kendimi bir sokak lambasının dibine attım. Oturdum. Altımda kalan su birikintisine aldırış etmedim. Yağmurun beni dövmesine izin verdim. Sokak lambasının soluk ışığı yoğun yağış yüzünden etrafımı soluk, mavi bir ışıkla cılızca aydınlatıyordu.

Bir veya iki dakika geçmişti. Karşımdaki binadan bir silüet gördüm. Binanın kapısında ıslanmayacağı bir yerde durmuş telefonla konuşuyordu. Bedeni bana dönüktü ama yetersiz ışık yüzünden suratını seçemiyordum. Rahatsız olmasın diye bakışlarımı ondan kaçırdım. Nasıl olsa birazdan gidecekti.

pixels || taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin