Bir saat boyunca evi toparlamakla uğraştıktan sonra Miya teyzeye indim. Bir kat inmeyle nefes nefese kalmayacağımı anlamış olmalı ki hemen "Bir şey mi oldu?" diye sordu. Derin bir nefes aldım, ağzımı açtım ama herhangi bir şey söyleyemedim. Afallamış halimi görünce "Yürü!" dedi ve beni ittirdi. Ayakkabılığın üzerindeki anahtarını aldı ve kapıyı çekti.
Ben önde o arkamda benim daireme çıktık. Toplu ve düzenli halini görünce ellerini ağzına götürdü ve bana inanamıyormuş gibi baktı. "Kıyamet mi kopuyor? İyi misin evladım?" Güldüm ve kendimi koltuğa attım. Bacaklarımı durmadan sallamaktan halı salonun ta öteki tarafına uçmuştu.
"Geliyor. Gelmesini istedim ve geliyor." dedim. Miya teyze saniyesinde anladı ama devam etmem için teşvikleyici bakışlarla bana bakmaya devam etti. "Taehyung." dedim ve başını salladı. Yavaş hareketlerle o da bir koltuğa oturdu ve dizlerini altına aldı. "Neden bu kadar heyecan yapıyorsun ki?" Gözlerimi devirmemek için kapattım. Kiya ve Miya'nın dahiyane soruları. Herhangi bir akrabalıkları var mıydı acaba?
"Heyecan yapıyorum çünkü bir sinir patlaması yaşarken arayıp çağırdım, şimdi gelmesine bir saatten az bir zaman kaldı ve ben geldiğinde ne yapacağımı bilmiyorum. Aradığımda kız arkadaşıyla oturuyordu muhtemelen ve ben çok önemli bir şeymiş gibi gösterip onu buraya davet ettim. Resmen ben istedim diye kız arkadaşını bırakıp buraya gelecek ve ben yüzümde salak bir gülümsemeyle ıııııı diye diye yerin dibine gireceğim. Mutlu son."
"Yarısını anlamadım ama neyse. Bu muydu yani?" Gözlerimiz buluştu ve anlamlı anlamlı bakıştık. Kendi dersimi kendim çıkarayım diye sanırım, manalı manalı baktıktan sonra pencereye döndü ve gökyüzünü incelemeye başladı. Gözleriyle gökyüzündeki bulutlarla konuşuyor gibi bir havası vardı. Dönüp ben de bulutlara baktım. Saat 9 olmasına rağmen hafif turuncu bir ton hakimdi havaya. Ben konuşmadan konuşmayacağını anlayınca ona döndüm ve "Sanırım ona karşı bir şeyler hissediyorum." dedim.
Derin bir sessizlik oldu. Miya gözlerini bulutlardan ayırmadı. Ben böyle dedikten sonra dudağının kenarında bir gülümseme oluştu sadece. Devam etmemi bekledi. "Aslında sanırım değil. Bir şeyler hisssettiğimi biliyorum ama..."
Sustum.
Miya yavaş yavaş kafasını bana çevirdi. "Neden korkuyorsun?"
"Benden tiksinmesini istemiyorum." Miya oturduğu yerde doğruldu ve öne doğru eğildi. "Neden tiksinecekmiş?"
Tüm mesele buydu sanırım. Yüksek sesle söylemek. Ses tellerimin titremesiyle havaya karışan anlamsız sesleri kendi kulaklarımla duymak. Düşüncelerimin beynimden çıkıp yansıyarak tekrar beynime girmesini sağlamak.
Söylemek istemedim. Omuz silktim. Anlayacağını biliyordum. Söylememi istediğini de.
"Hırkasını giysene."
"Efendim?"
"Hırkasını giy, görünce mutlu olsun."
Başımı salladım. Hemen yan odadaki yatağımın üstünden alıp hırkasını giydim ve tekrar Miya'nın karşısına oturdum. Miya o yaşlı, bilgin gözleriyle her hareketimi dikkatle inceliyordu. "Acı çekiyorsun." dediğinde neredeyse gözlerim dolacaktı ama kendimi engelledim. "Bu zamana kadar sana bu kadar dürüst davranan birinden bu kadar korkman çok yanlış." dedi. Sesi sakin ve melodikti. Ninni gibiydi. İçime işliyordu. Her dediğine inanacak bir haldeydim o an.
"Daha tanıştığınız ilk gün sana evini açan bir çocuktan bahsediyoruz. Seni üzünce hasta olan bir çocuk..."
Kaşlarım çatıldı. Beni üzdüğü için hasta olmamıştı ki o? En azından öyle biliyordum. Ben bunu düşünürken Miya ayaklandı ve kapıya doğru yürüdü. "Sadece kendi pencerenden olaylara bakmaktan vazgeç Jeongguk." dedi. Sessizce kapıyı kapatıp çıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pixels || taekook
FanfictionEliyle saçlarımı okşarken "Sakın ağlama Jeongguk," dedi kulağıma, "Ağlarsan kalbimin sana söylediği şarkıları duyamazsın." (tamamlandı) 18.01.2019 13.12.2020