Motosiklet kullandığım günleri geride bıraktığım için araba kullanırken gereksiz hız limitlerine takılmadan dilediğimce gaza basma gibi bir huyum oluştu. Aile aracımızı (bagaj da dahil 12 kişilik bir arabayı) şeritlere aldırmadan, motosiklet kullanıyormuş gibi kullanırdım hep ve Taehyung da bu yüzden benimle beraber yolculuk etmeyi, kızımız arabadayken benim kullanmamı sevmezdi.
Yine, gereğinden biraz fazla -ceza yiyebilecek kadar- hızlı sürdüğüm için Miya'nın son ders zili çalmadan yirmi dakika önce gelmiştim okulun önüne.
Arabayı kitleyip dışarı çıktım ve güneşli günün temiz havasını içime çektim. Okulun içinden, sınıfların açık pencerelerinden öğrencilerin zıvır zıvır konuşmaları taşıyordu. Bir sürü öğrencinin son zil ile beraber aynı anda çıkı kapısına akın edeceğini bilen bir hizmetli kapıları sonuna kadar açmaya çalışıyordu.
Telefonumu hızlıca ön cebimden çıkartıp Taehyung'a mesaj attım. Miya ile küçük bebeğe diğer hediyeyi almaya uğrayacağımızı bu yüzden belki birkaç dakika geç kalabileceğimizi söyledim.
Ders zili çalana kadar haftalık takvimimi kontrol edeyim dediğim için yirmi dakikanın nasıl geçtiğini anlamadım bile. Çocukluğumun hatıralarını gıdıklayan okul zilini duyunca gülümsedim ve duruşumu dikleştirip çıkış kapısını izlemeye başladım.
Tahmin ettiğim gibi, bütün öğrenciler birbirilerini ezerek, birbirilerinin üstüne çıkarak ve sırtlarındaki boylarından oldukça büyük çantalarını çarpıştırarak koşuyordu. Benim gibi bekleyen bir iki düzine daha ebeveyn vardı, diğer öğrenciler servislere koştu. Bazıları da gruplaşıp yüksek sesle konuşarak eve doğru yürümeye koyuldu.
Öğrenci seli gittikçe tazyiğini kaybettiğinden istemsizce kapıya biraz daha yaklaştım. Miya bir türlü ortalarda gözükmüyordu. Babasının sabah iki at kuyruğu yaptığı bukleli saçlarını ve koyu tenini arıyordu gözüm ama bir türlü gelmedi.
Tam biraz daha kapıya doğru yürüyordum, bir elim de Miya'nın öğretmeninin numarasındaydı, Miya asık bir surat ile gözlerini yoldan ayırmadan yanıma geldi.
"Babacığım?" dedim ve her onu aldığımda yaptığı gibi bana kocaman sarılmasını bekledim ama tam karşımda durdu ve ayakkabılarına odaklandı gözleri bu sefer.
"Sorun ne bir tanem? Bir şey canını mı sıktı?"
Küçücük ellerinin bütün gücüyle sırtındaki ağır çantayı kurtulmak ister gibi çıkardı ve bana uzattı. Boncuk gözleriyle temas kurunca her zaman yaptığım gibi gülümsedim ama Miya'nın kaşları çatıktı ve gözleri biraz doluydu.
"Bugün öğretmenimiz sohbet saatinde hepimize hayatımızdan ve son olaylardan bahsetmemizi istedi."
"Evet?"
"Öğretmenime ve sınıf arkadaşlarıma bugün kardeşimin tam bir aylık olduğunu ve bunun için kocaman bir parti yapacağımızı söyledim."
Ne çıkacak altından diye düşünürken Miya arabayı dolandı ve arka tarafa, çocuk koltuğuna geçti. Kemerini düzgünce bağlamış mı diye kapısına gidip kontrol ettiğimde gözlerinin dolu dolu olduğunu fark ettim. Babasından mutlaka yeniden yapmasını isteyeceği özenle toplanmış saçlarını okşadım ve elini tuttum.
"Bana kardeşimin gerçek kardeşim olmadığını söylediler baba."
Derin bir iç çektim. "Sen ve bizim karmaşık kocaman ailemiz onun kardeşin olduğundan oldukça emin kızım. Herkes bizim aile yapımızı anlamıyor olabilir."
"Aile yapısı ne?"
Cevap verecekken omuzlarını silkti. "Zaten annem yok diye benimle dalga geçip duruyorlar. İki tane babam olduğu için benimle dalga geçiyorlar. Gyan bugün bana bebekken hangi babamdan süt emdiğimi sordu."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pixels || taekook
FanfictionEliyle saçlarımı okşarken "Sakın ağlama Jeongguk," dedi kulağıma, "Ağlarsan kalbimin sana söylediği şarkıları duyamazsın." (tamamlandı) 18.01.2019 13.12.2020