Parlak ışıklar gözlerimi acıtıyordu.
Yan yana dizili sandalyelerimizde oturmuş, hep beraber yayın için hazırlanıyorduk. Bana yırtık siyah bir pantolon ve kot gömlek giydirdiler. Koyu saçlarımla birleşince beni boğacak bir makyaj yapıyorlardı. Neredeyse ifadesiz olmamı istiyorlarmış gibi. Göz makyajım fazla koyuydu ve bakışlarımı olduğundan çok daha keskin yapıyordu. Kırgınlıklarım gözümden yansımasın diyeydi belki de.
Bu yayını yapmak için onlara sunduğum tek koşul menajerimdi. Öyle bir noktaya gelmiştim ki onun sakinleştirici ve yol gösterici sesi sürekli yanı başımda olmadan bu yayını nasıl sürdürebilirim bilmiyordum. O da hemen yanımda hazırlanmaktaydı. Asıl görüşmeyi biz yapmayacaktık ama kameraların illa bize döneceğinin bilincindeydik.
Yüzüne değen onlarca fırçadan ve boyadan rahatsız oluyor, sürekli yüzünü ekşitiyordu. Bir ara yalvararak bana seslendi. "Lütfen onlara beni boyamalarının gereksiz olduğunu söyler misin? Biz kamera arkası adamlarıyız. Güzel gözükmemize gerek yok!"
"Sakin ol Namjoon alt tarafı kapatıcı." derken gülümsememe engel olamadım. Makyajını yapan insalara dokunamadığı için bacaklarının yanında çaresizce çırpınan elleri komik gözüküyordu.
Namjoon'un bir yanında da Taehyung vardı. Gözlerini kapatmış, başını geriye yaslamıştı. En son albümünün teması, klasik görüntüsü oluşturuluyordu. Sarı dramatik saçlarıyla birleşen toprak renginde, yine dramatik bir göz makyajı. Takıları ve kıyafetleri de cabasıydı. Sadece hazırlanırken bile antik Yunan heykellerine benziyordu. Bir hata yapıp onu bu şekilde performans sergilerken düşündüm ve derin bir iç çektim.
Euna sık sık yanımıza uğruyor ve tepemizde leşçi akbabalar gibi dolanıyordu. Kollarını önünde birleştirmişti, asla açmıyordu. Yüz ifadesi dümdüzdü. Gözlerinin altındaki torbaları kapatabilmek adına neredeyse bir ton kapatıcı sürmüştü, bu bembeyaz görüntüsü onu ürkütücü kılıyordu.
Benimle işleri bittiğinde uzanıp önümdeki masadan telefonumu aldım. Jimin'e "Çıkmak üzereyiz. Her şey kabus gibi. Şans dile." yazdım. Cevap beklemeden telefonu Namjoon'un asistanına teslim ettim. Yayın boyunca bir daha elime alamayacaktım.
Kanalın yönetmeni yardımcısıyla son beş dakika kaldığı haberini gönderdi. Hepimiz hazırdık. Taehyung'u uyandırma görevi Namjoon'a düştü. Taehyung gözlerini açmadan "Uyanığım." dedi ve doğruldu. Gözlerini açtığında karşısında beni gördü. Herhangi bir ifade yapmadı. Ben de yapmadım.
**
Yalancı çığlıklar ve coşkulu alkışlar eşliğinde o sahneye çıkarken biz de en ön sırada Namjoon ile oturmuştuk. Dizlerimi istem dışı sürekli titretiyordum. Öne doğru yaslanmıştım. Bakışlarımı bir saniye olsun ondan ayırmadım. Bir elini karın boşluğuna koyup kalabalığa kibarca selam vererek eğildikten sonra onunla görüşmeyi yapacak adamın işaret ettiği yere oturdu. Dışarıdan profesyonel ve sakin görünüyordu fakat onu çok iyi tanıyan biri olarak aslında ne kadar gergin olduğunu biliyordum.
Gözlerini onu alkışlayan insanlarda gezdirirken benimle bakışları buluştu. Korku okunuyordu. Bir şey yapamadığım için kendimi çok kötü hissediyordum. Bakışmamızı fark eden Namjoon bir elini dizime koydu ve "Sakin ol. Dik dur, ona yardımcı ol." diye fısıldadı. Dediğini yaptım. Geriye doğru yaslanıp daha dik oturdum. Rahat olduğum izlenimini versin diye bir ayağımı bacağıma koydum ve geniş bir oturuş pozisyonu aldım. Namjoon bir yandan alkışlayan kalabalığa katılırken bir yandan da bana "Çok daha iyi..." diye söylendi.
Benden istenilen katı ve mesafeli gözükmem ise onlara istediklerini verecektim. Onu, Taehyung'u, böyle zor bir durumda bile kibarca gülümserken görmek içimde bir şeylerin kopmasına sebep oldu. Ona bunu yapmaları sinirden beni delirttikçe dışarıya karşı daha da hissizleşiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pixels || taekook
FanfictionEliyle saçlarımı okşarken "Sakın ağlama Jeongguk," dedi kulağıma, "Ağlarsan kalbimin sana söylediği şarkıları duyamazsın." (tamamlandı) 18.01.2019 13.12.2020