20. Fısıltı

754 89 67
                                    

"Merak etme çok eğlenceli olacak."

Elimde birkaç kitap ve küçük, portatif tablolarla beraber Jimin'in peşinden ayaklarımı yere sürte sürte gittim. Evet, kitap fuarı ve resim sergisi eğlenceliydi. Günler sonra sosyalleşiyor gibi hissetmiş, kafamı biraz olsun Taehyung'dan uzaklaştırabilmiştim. Kendimi Jimin'in şefkatli ve ilgili kollarına bırakmak, destek olmasına izin vermek bana iyi geliyordu. Fakat ve lakin, bir eğlence parkına, bir lunaparka gitmek o an bünyeme ağır gelmişti.

"Jimin, lütfen. Burası çok kalabalık, beni tanıyan bir sürü insan var ve çığlık atan küçük çocuklar başımı ağrıtıyor. Eve gidelim artık."

Hızlı adımlarla lunaparktaki bütün stantları tek tek gezen Jimin söylediklerimi duymamış gibi yaptı. "Affedersin, duyamadım. Burası çok gürültülü!"

"Ben de onu diyorum işte!" Homurtularımı alışık olmasam da yüksek sesle çıkarıp Jimin'e duyurmaya çalıştım ama nafileydi. Dokuz yaşındaki küçük bir çocuğun heyecanına sahipti, belki daha da fazlasına.

"İnanamıyorum!" diye bağırarak parmağıyla standın tekindeki penguen-ayıcık karışımı peluşu gösterdi. "Küçükken hep bir tane almak istemişimdir." Alt dudağını büzüp bana döndü. Zayıf noktamın tatlı, çocuksu bir Jimin olduğunu biliyordu.

"On parmağında on marifet, yüce üstat Jeon Jeongguk, acaba üstün nişan becerilerinizi kullanıp mareşalliğinizi herkese kanıtlamak ve o peluş ayıyı bana kazanmak ister misiniz? Sadece merakımdan soruyorum hazretleri."

Önümde reverans yaptıktan sonra bir dizini yere koydu ve elini uzattı. "Bir daha sizinle asla benden küçük olduğunuz için dalga geçmeyeceğim. Eğer bu ayıyı kazanırsanız."

Haftalar sonra ilk defa yüksek sesle güldüm, bana uzattığı elini çekiştirip ayağa kaldırdım. "Penguen olduğunu sanıyordum. Ayı mıymış?" dedim gereğinden fazla bir meraklı tonla.

"Ha penguen ha ayı. Penguenler de ayı sayılmıyor mu zaten?"

"Panda o dediğin."

"Ha."

Standa doğru yaklaştım ve cebimden Jimin'in ısrarıyla aldığım bilet tomarını çıkardım. En büyük silahı kullanıp yüzen ördekleri vurmak için tam tamına on beş tane bilet gerekiyordu.

"On beş mi?" dedim hayretle. "Bir biletin ne kadar olduğunu biliyor musunuz siz?"

Sorun bilet alamayacak kadar paramın olmamasından ya da cimri oluşumdan değildi. Jimin'e de o aptal ayıyı kazanmak istiyordum. Canımı sıkan şey benimle beraber sıraya girmiş çocuğun elinde sadece üç tane bilet olmasıydı. Adam benimle konuşurken çocuğun suratının git gide asıldığını görebiliyordum.

"Kazanmak istediğiniz ayı fuarın en büyük peluş oyuncağı. On beş bilet diyorsam on beş bilet." dedi ve kasanın arkasındaki yerini aldı huysuz adam.

"İyi." dedim ve elimdeki biletleri saydım. Jimin ne olur ne olmaz diye biletlerden elliye yakın aldırmıştı bana.

Yeterli sayıya ulaşınca durdum, arkamdaki çocuğa döndüm.

"Sen de oynamak ister misin?"

Jimin gözlerinden sevgi fışkırtarak bana baktı, ellerini istemsizce çırpıyordu.

Çocuk utana sıkıla "Yeterli biletim yok, sizi izlerim ben." dediğinde Jimin'le aynı anda "Bizim biletlerimizi kullanabilirsin." dedik. Yüzü ışıldayan çocuk hemen seçtiği silahın yanına geçti.

"Sen şu şarkıcı abisin." dedi aniden bana dönerek. "Şarkılarını ezberledim biliyor musun? Bazen sınıfta öğretmen söylememe izin veriyor."

pixels || taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin