Dağ evi.
Dağ evini hiçbir zaman satmadığını öğrendim. Sattığını düşünmemizi sağlamıştı sadece. Onun için değeri büyüktü. Birkaç tomar para veya ortalıktan kaybolmasına yardımcı olacak bir delilden çok daha fazlasıydı dağ evi onun için.
Videoyu yayınladıktan sonra benimle birlikte görülmesi imkansızdı. Hatta sadece ortalıkta görünmesi bile çok riskliydi.
Benim evimi de mesken tutmuşlardı, çok iyi kamufle olmuş paparaziler ve özel hayatlarımızı sömürerek biraz para koparmayı hedefleyen bağımsız habercilerle doluydu etrafım.
İşten eve evden işe kısır bir döngü içerisindeydim. Onunla sadece telefondan görüşebiliyordum. Bazen bilgisayardan görüntülü konuşuyorduk. Günler geçtikçe solduğunu ve gülümsemenin neredeyse bir daha geri gelmeyecekmiş gibi kaybolduğunu görüyordum. Elimden gelen hiçbir şey yoktu.
Nefret ettiğim kişilerin arasında artık nefret ettiğim işimle meşguldüm. İstediğimi söyleyemedikten, duygularımı yansıtamadıktan sonra şarkı söylemenin ve yapmanın da benim için bir anlamı yoktu artık.
Yine, Taehyung'un şirketi ilk terk ettiği zamanlara dönmüştük. Hiç var olmamıştı sanki. Şirkeği borç batağından çıkaran ve uluslararası bir kademeye getiren o değildi. Bir hayalletti artık. İnsanlar ismini anmaktan çekiniyordu. Yaptıkları başkası tarafından yapılmış gibi, şirketin başarısıymış gibi gösteriliyordu. Homofobik ceo'muz bu açıklamaya kendince bir savunma bile bulmuştu. "Fark edemedik."
Fark edemedik.
Sanki fark edilmesi gereken bir şeymiş gibi. Farklı bir şeymiş gibi. Açıklamayı Namjoon'un yanında okuduğumda "Fark edemediniz çünkü o yine oydu, değişen bir şey hiçbir zaman olmadı!" diye avazım çıktığı kadar bağırmış ve sinir krizine girmiştim.
Bu sinir krizleri oldukça sık tekrar ediyordu. Her sabah milkshake aldığım kasada bile. Parmaklarımı insanların burunlarının dibinde şaklatmak ve herkese "Uyanın artık!" demek istiyordum.
Onu görmek istiyordum.
Onu görmeyi her şeyden çok istiyordum. Ona sığınmak istiyordum. Beraber kaçıp gitmek istiyordum. Onsuz hiçbir anlamı yoktu. Çok boş geliyordu, yaptığım her şey çok boş geliyordu.
Hoseok ile genel provayı yapacağımız gün gelip çattığında yatağımdan çıkmak bile istememiştim. Hemen telefonuma uzanıp ona mesaj attım ve birkaç dakika yatağımda boş boş uzanıp bana cevap vermesini bekledim. Gelmeyeceğini anlayınca sürüklenerek zorla kalktım. Altıma bol bir eşofman giydim ve uyuduğum kısa kollu ile provaya gitmeye karar verdim.
Beraber kaldığımız zamanları anımsatan bir tişörttü bu. Genelde o giyiyordu ve defalarca yıkamama rağmen hala kokusu geçmemişti. Aynaya bakıp nedir bizim bu koku takıntımız diye düşündüm ve kendime kendime güldüm. Onu çok özlüyordum. Bir kerecik sesini duysam biraz daha iyi olacağımı, toparlayacağımı biliyordum. Taehyung ile beraber kalan Yoongi ise tam tersini düşünüyordu.
"Seni tanıyorum." dedi bana. Gözlerinden gerçekten anlayış akıyordu ama o an ona çok sinirliydim. "Seni tanıyorum. En ufak bir temasta dağılacaksın. Asla ondan ayrılmak istemeyeceksin."
Haksız olduğunu kanıtlamak istiyordum, birbirimizi dağıtan ve birbirimizin zaafı olduğumuz bir ikili değil de birbirimizden güç alan bir ikili olduğumuzu kanıtlamak istiyordum.
Kendi yansımama dalmış kara kara düşünürken telefonum çaldı. O arıyordu.
"Günaydın güzelim." diyerek giriş yaptığında sinirlerim boşaldı, neredeyse ağlayacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pixels || taekook
FanfictionEliyle saçlarımı okşarken "Sakın ağlama Jeongguk," dedi kulağıma, "Ağlarsan kalbimin sana söylediği şarkıları duyamazsın." (tamamlandı) 18.01.2019 13.12.2020