"Anne, baba... Benimle buluşmayı kabul ettiğiniz için teşekkür ederim."
Sahilde, bir kafedeydik. Çocukluğumun geçtiği kasabadaydım. Her şey aynı zamanda çok yabancı ve bir o kadar da tanıdık geliyordu. Ailecek, bu kafeye gelmeyi çok severdik. Kafenin sahibinin oğluyla çok eski bir arkadaşlığımız vardı ama onu ortalıklarda görememiştim. Annemle babam el ele tutuşmuş, merakla ne diyeceğimi bekliyorlardı.
"Ben evleniyorum."
Annem babamın elini sıktı. Birbirilerine bakıp gülümsediler. Sessizce önlerindeki çayları yudumlarken "Bunun için fazla küçüksün yavrum." demekle yetindiler. Çayıma uzanırken ellerime baktığımda senelerin verdiği yaşanmışlardan hiçbirini göremedim. Üstelik hayli küçüklerdi.
"Anne?"
Annem uzanıp kolumu okşadı. "Bir gün, zamanı geldiğinde, doğru kişiyle tanışacaksın ve bu konuşmayı gerçekten yapacağız."
Ter içinde uyandım. Kendi yatağımın genişliğine alışmış bir halde iki kolumu yana doğru açınca elim komodine çarptı. Acıyla inleyip doğrulduğumda nerede olduğumu hatırladım.
Gördüğüm şey rüya mıydı yoksa eskilerden bir anı mıydı bir türlü anımsayamıyordum. Kafamı ne kadar zorlarsam zorlayayım ikisi arasındaki farkı ayırt edemiyordum. Rüya olamayacak kadar canlı ve gerçekçi geliyordu ama ailemle daha önce evlilik konuşması yapmadığımdan da emindim. Evlilik adamı değildim ben. Abimin evlendiğinde tüm ailem bana kaş göz yaptığında bile anlamamazlıktan gelmiştim, yakın aileden herhangi biri bu konuyu açmaya çalıştığında da kariyerimi bahane edip sustuyordum onları.
Saate baktım ve gereğinden çok daha erken kalktığımı fark ettim. Dün genel provamızı konser alanında yaptıktan sonra Hoseok ve ekiple beraber sakin bir akşam yemeği geçirmiş ve erkenden odalarımıza çekilmiştik. Benim sakin görünüşümün altında yatan ve içten içe beni yiyen heyecanım tüm ekibe yansıyordu. Hoseok bile her zaman yaptığı işi yapacak olmasına rağmen gergin gözüküyordu. Sürekli "Kenardan izlemek yerine seninle dans etmeliyim." diyordu.
Bana kalırsa, yakınımda onun gibi bir uzmanın olması kendimi çok daha iyi hissetmeme yardımcı olabilirdi ama Nikou bunun "benim şovum" olduğunu ve sahnenin "iki yıldız" için fazla küçük olduğunu oldukça sert bir dille belirtmişti.
Gözlerimi ovuşturup yataktan kalktım ve otel odasının geniş penceresini açtım. Tokyo'nun toz ve benzin kokan havasını içime çektim. Kapalı bir gün olduğu için hafiften bir yağmur kokusu da geliyordu burnuma.
Komodinimdeki telefonumu alıp Jimin'e mesaj attım. Aşağıda, kahvaltı etmeye davet ettim.
Hazırlanmam uzun sürmedi. Euna'nın makyaj öncesi yüzümü dinlendirmesi için verdiği yüz temizleme kremini kullandıktan sonra bol ve rahat şeyler giyinip aşağı indim.
Tüm otelin bizim organizasyon için kapatılmış olması garip bir şekilde hoşuma gidiyordu. Benim gibi erken kalkanların mırıltıları dışında oldukça sessizdi etraf. Kahvaltı salonuna inip kendime sade bir tabak hazırladım, geniş camların olduğu, otelin arka tarafına bakan masalardan birine oturdum ve Jimin'i beklemeye başladım.
Uykusuna düşkün biri olmasına rağmen erken kalkması gerektiğinde sıkıntı çekmeyen biriydi. Bir mesaj daha atıp bir süre daha bekledim. Açmalarım ve yumurtam oldukça soğumuştu.
Euna tıpkı benimki gibi sade bir tabakla yanıma geldiğinde çoktan yemeğe başlamıştım.
"Oturabilir miyim?"
Başımı evet anlamında salladım. Şirketin üsleriyle diyaloğumu olabildiği kadar az tutmaya çalışıyordum. Zaten içimden de gelmiyordu, rol kesmeye de uğraşmıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pixels || taekook
Hayran KurguEliyle saçlarımı okşarken "Sakın ağlama Jeongguk," dedi kulağıma, "Ağlarsan kalbimin sana söylediği şarkıları duyamazsın." (tamamlandı) 18.01.2019 13.12.2020