Kayıtlara gece geç saatlerde gitmeye başladım. Bir türlü uyuyamadığım için gündüz vaktimi uyuklayarak geçiriyordum ve çok verimli olmuyordu.
Jimin bir hafta içerisinde kendine uyduruk bir ev bulup yanımdan ayrıldı. Akıllılık edip stüdyonun yakınlarında bir yer satın aldı, benim gibi bir saatte işe varmıyordu.
O gidince ev eskisinden de boş gelmeye başladı. Değişik bir bunalım evresine girdim. Miya teyze de dahil kimseyle bir iki sıradan diyolog dışında konuşmuyor ve sık sık dalıp gidiyordum. Canım hiçbir şey yapmak istemiyordu, şarkı söylemek bile gelmiyordu içimden.
Düzgünce konuşabildiğim, birazcık derdimi açabildiğim tek insan Namjoon'du. Gecenin bir vakti onu arayıp felsefik sorular sormayı alışkanlık haline getirdim. Sorduklarımı ve anlattıklarımı dinleyip hiç sıkılmadan yardım etmeye çalıştı. Asla şikayet etmedi.
Bir gün stüdyoya benim için erken sayılan bir saatte gittim ve kafeteryada, her zamanki masama oturdum. Self servis bir yer olmasına rağmen kasadaki kadın önüme bir bardak milkshake koyunca şaşırdım. Anlamaz bir biçimde bakınca nasıl olsa ne alacağımı bildiğini bu yüzden yorulmama gerek olmadığını söyledi. Gülümseyip teşekkür ettim ve dalgın dalgın içeceğimi içtim.
Ben boş boş otururken Yoongi çıkageldi ve kendini karşımdaki koltuğa atıp kocaman bir gülüşle bana baktı. Bardağı koyup suratını inceledim ve kaşlarımı çattım.
"Hayırdır, çok mutlu gibisin?"
Hızla başını salladı ve masaya trampet çalıyormuş gibi vurdu. Başındaki şapkasını çıkartıp yeni boyadığı saçlarını hızla savurdu ve gülmeye devam etti.
"Açık mavi?" dedim mutlulukla. Saç rengi o kadar güzeldi ki... Ayrıca ona tam uymuş gibiydi.
"Evet. Değişiklik olsun dedim."
"Sen kendi isteğinle boyadın yani?" Başını salladı ve kıpır kıpır oturmaya devam etti. Arada dudağını ısırıp değişik sesler de çıkarıyordu. Miya teyzenin taktiğini uygulayıp ben sormadan anlatmasını bekledim ama inatla benim sormamı bekliyor gibi bir hali vardı.
"Ee," dedim dayanamayıp "neden bu kadar mutlusun anlat bakalım."
"Hiç! Öğrenirsin." dedi ve elime bir kağıt tutuşturdu. "Ben sadece postacılık yapmak için geldim. Sonra görüşürüz." Seke seke, geldiği gibi mutlu, kafeyi terk etti.
Tamamen gittiğinden emin olduktan sonra kağıdı yırtarcasına açtım ve hayal kırıklığına uğradım. Yazı Taehyung'un yazısı değildi. Daha düzgün ve mekanik bir yazı ile yazılmış not Euna'dandı. "Saat 5'te, toplantı odasında. Geç kalma, E."
İç çektim. Kağıdı montumun cebine tıkıştırıp saate baktım ve daha bir saat olduğunu gördüm. Kibar kadınla, içeceğin parasını öderken ayak üstü kısaca sohbet ettik. En üst kata, belki onu görürüm umuduyla yollandım.
Elimdeki poşet mecazen o kadar ağır geliyordu ki. Gözyaşlarına boğulmadan ya da yüzüne yumruk atmadan nasıl teslim edecektim hiçbir fikrim yoktu.
Tanıdık kırmızı halılı koridora gelince durakladım ve biraz toparlamaya çalıştım. Silkeledim kendimi. Yanağıma tokat attım ve yüzüme ciddi bir mimik oturtmaya çalıştım. Güven dolu adımlarla hızlı hızlı stüdyoya yürüdüm ve hafifçe kapıyı tıkladım.
Taehyung'un boğuk sesi "Gel," dediğinde kalbim benden önce davranıp heyecanla hızlandı ve beni zor duruma soktu. Son bir kez derin bir nefes alıp kapıyı açtım ve içeri girdim. Bilgisayarın başında, işine gömülmüş bir halde buldum onu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pixels || taekook
FanfictionEliyle saçlarımı okşarken "Sakın ağlama Jeongguk," dedi kulağıma, "Ağlarsan kalbimin sana söylediği şarkıları duyamazsın." (tamamlandı) 18.01.2019 13.12.2020