Ebru//
Telefonuma mesaj gelmiş mi diye tekrar kontrol ederken umutsuzca iç geçirip bakışlarımı yola çevirdim. Bugün ayrılalı 1 hafta olmuştu ve ne o ne de ben barışmak için bir girişimde bulunmamıştık.
Doğrusu ben de 1 haftadır ilk kez evden çıkıyordum.
Karşıma çıkan vitrinde duran kafesin içindeki altın rengi kanatları olan kuşu görünce gözlerimi kırpıştırdım. Daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim. Bir anda aklıma gelen fikirle mağazadan içeri girdim.
Kuşu ve kafesi aldıktan sonra hızla sahile doğru yürümeye başladım. Her zaman buluştuğumuz yerde ikimiz için sahiplendiğim kuşla birlikte onu bekleyecektim. Eninde sonunda geleceğini biliyordum, en azından öyle umut ediyordum.
Her zaman oturduğumuz banka oturup kafesi de yan tarafıma koyduğumda gelen tanıdık sesle kaşlarımı çattım.
"Ne demek istiyorsun sen?"
"Seni seviyorum demek istiyorum! Seni o kızın sevebileceğinden çok daha fazla seviyorum." Sertçe yutkunduğumda bana arkasını dönük olan Umut'u gördüm. "İkimiz hakkında hiçbir şey bilmiyorsun sen."
"İkiniz diye bir şey yok!" Gözlerim dolduğunda sözlerinin doğruluğuyla nefesim kesildi. "Seni bırakıp gitti! Uyan artık."
"Haklısın," Umut'un sertçe yutkunduğunu göremesem de hissetmiştim. "Beni bırakıp gitti. Belki de benim lanetim budur. Birine tam aşık olmuşken o kişi tarafından terk edilmek." Gözyaşlarım akmaya başladığında dikkatimi kafesin içinde özgür kalmak için çırpınan altın kanatlı kuşa verdim.
"Ben hala buradayım, görmüyor musun?" Burukça gülümsedim. Birazdan bir barışmaya şahit olmam kaçınılmazdı.
"Ama ben seni değil Ebru'yu istiyorum. Sen bunu görmüyor musun? Üstelik sen beni bırakıp gittiğinde seni asla affetmeyeceğimi biliyordum. Ama Ebru şimdi bana bir adım atsa ben yeniden ona koşarım." Duyduğum cümleyle kafesin etrafına kollarımı sarıp iyiden iyiye ağlamaya başladım.
"Git buradan, Nil." Ben öylece orada kafese sarılmış ağlarken kaç dakika geçti bilmiyorum ama artık sesler kesilmişti. Gittiklerine olan inancımla kafamı kaldırıp az önce tartıştıkları yere baktığımda Umut'un kızarık gözleriyle bana baktığını gördüm.
"Ebru?" Ağlamamı durduramadan ayağa kalktım. Hala göz gözeydik. "İyi misin?" Başımı iki yana sallayıp ona doğru koşmaya başladığımda o da bana bir kaç adım attı ve sertçe göğsüne çarptım.
"Özür dilerim." Kaç kere tekrarladığım özrümün bir şeye faydası olmayacağını bilsem de kendimi kaybetmiş bir şekilde tekrarlamaya devam ediyordum.
"Gel şöyle geçelim." Bileğimden tutup beni az önceki banka oturttuğunda kendisi de kafesi yere koyup yanıma oturdu. "Ben sensiz yapamıyorum, Umut."
Umut ellerini saçlarıma götürecekken son anda indirdiğinde ağlamam daha da şiddetlendi. "Artık bana dokunmak bile istemiyorsun, değil mi? Soğuttum çünkü kendimden." Elini boynumdan geçirip beni kendine çekti ve göğsüne yasladı. "Sana güvenmediğimi düşünüyorsun değil mi? Ama öyle değil ki işte. Kendimden daha çok güveniyorum sana. Ama işte... kendime güvenmiyorum. Senin gibi bir çocuk bende ne buldu, ya bulduğu şeyden sıkılırsa diye düşünmeden edemiyorum. Üstelik Nil... o çok güzel bir kız. Benden çok daha güzel."
"Ebru," diye fısıldadı saçlarıma doğru. "Sen en güzelsin."
Anlık iltifatıyla ondan ayrılıp doğrudan gözlerinin içine baktım. "Ne olur beni affet." Bana hafifçe gülümseyip titreyen dudaklarını dudaklarıma bastırdı.
"Umut," diye geçirdim içimden. "Sen en güzelsin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fotoğraf | Texting
NonfiksiTavsiyem okumayın, çünkü cringe. Bilinmeyen Numara: Bende bir fotoğrafın var, Bilinmeyen Numara: Bebeğim bundan daha fazlasına ihtiyacım var.