Fatih'le el ele koşuyorduk. O kadar gerilmiştim ki, sadece burnumun kırılmaması umuduyla koşarak kaçıyordum. Neyse ki kocaman yürüyüş parkına yakın bir yerdeydik, birkaç yüz metrelik koşumuzdan sonra kendimizi yere atabilmiştik.
"Niye kaçtık ya? O fino köpeğinden mi kaçıyorduk biz anlamadım." Kaşlarımı çattım:
"Fino köpeği mi?"
"Tunç denen hayvanata diyorum. Iyy, Elis ne bulduysa bunda?" İstemsizce kıkırdadım:
"Tunç bir halt yapamaz, biz Burak'tan kaçıyorduk. Burak'ı tanıyor muydun?"
"Elis'in Antalya'daki arkadaşlarındandı diye hatırlıyorum." Kafamı onaylarcasına aşağı yukarı salladım, ardından da baştan beri merak ettiğim şeyi sordum:
"Elis'i nereden tanıyorsun?" Ben cevabını beklerken o beni umursamadan sendeleyip yere çöktü ve çimlere oturdu. Sanki bilerek cevabı erteliyor gibiydi ama bu durumu görmezden gelmeye karar verdim. Ona dik dik bakmaya devam ettiğimi fark edince konuştu:
"Ne bakıyorsun be? Ablasının arkadaşıyım. Yemedik Elis'inizi!"
"Niye trip atıyorsun ki şimdi," diye söylendim yanına otururken. Bana cevap vermedi, aramızda keskin ve rahatsız edici bir sessizlik olmuştu.
Beni tanıyabilmiş miydi acaba gerçekten? Bir yerden tanıdık geldiğimi söylemişti ama aşağılayıp terslediği çocuk olduğumun da farkında mıydı acaba? Gerçi neden farkında olsundu ki, muhtemelen günde en az on kişiyi bu şekilde tersleyerek reddediyordu. Saçlarımı yolmak istiyordum, galeriden kaçarken içki servisi yapan çalışandan aşırdığım şarap şişesini açıp kafama diktim. Bir yudum almak bile yüzümü ekşitmeme yetmişti, şarap sevmezdim.
Fatih'in bana bakıp kahkahalarla gülmeye başlaması yüzünden yerimde zıpladım. Boş bulunmamı fırsat bilip elimdeki şarap şişesini aldı ve kendi kafasına dikti. Gerçekten dikti, çünkü benim az önce içtiğim yudumun on katını içmiş olmalıydı. Harika, kalbimi çaldığı yetmiyormuş gibi şarabımı da çalıyordu ve ben onu azarlayamıyordum bile çünkü beynim onun yanındayken hata veriyordu!
"Biz Burak'tan niye kaçtık ki ya," diye sordu Fatih bana dönüp. "Burak ikide bir Elis'i Tunç'u görmeye ikna etmeye çalışıyor zaten." Gözlerim kocaman açıldı. Fatih doğru söylüyordu, Burak beni galeriye gitmeye ikna ederken de dile getirmişti bunu. Hay Allah, nasıl unutabilmiştim ki? Daha da önemlisi fikri neden değişmişti de Tunç'u C-22'den uzak tutmamı söylemişti?
Fatih'in sorusunu cevapsız bırakıp aceleyle telefonumu cebimden çıkardım ve Burak'a yazdım. Cevap vermesi on saniye bile sürmemişti.
AtakanAtkn: Sen niye C-22'den uzak tut Tunç'u dedin ki bana? Zaten Tunç'la Elis'i görüştürmek istemiyor muydun?
Hz.Burak: Ben de ne zaman uyanıp da soracak bu gerizekalı diyordum aşsdflgkjfkdlşflgk
AtakanAtkn: Uff, esnetme de söyle.
Hz.Burak: Kanka sen çok şanssız bir herifsin. Ne zaman sana direktif versem bir şekilde tam tersi oluyor, o yüzden Tunç'u C-22'ye getir demek yerine sakın getirme dedim
Hz.Burak: Nasıl, zeka fışkırtıyorum değil mi amk?
O kadar şanssızdım ki şanssızlığım alay konusu hâline bile gelmeye başlamıştı çoktan! Gözlerimi devirip telefonu fırlatabildiğim kadar uzağa fırlattım ve Fatih'in elinden şarap şişesini alıp havalı bir şekilde kana kana içiyormuşum gibi yaptım. İşin kötüsü, gerçekten de içmiştim. Boğazım alev alev yanarken şişeyi Fatih'e iade ettim. Bana umursamazca, baygın baygın bakıyordu. Ağzında gevelediği şeyleri anlamaya çalıştım:
"Ayıp değil mi ya, niye fırlatıyorsun güzelim telefonu? Arkasında Apple amblemi vardı o kadar!" Kurduğu cümleyi anlayınca omuz silkip yanıtladım:
"O telefon Iphone 3GS'ti, o şeyin işletim sistemine güncelleme bile gelmiyor artık." Fatih güldü:
"Hadi ya, zengin züppenin tekine benziyorsun, niye hâlâ o kadar eski bir şeyi kullanıyordun ki?"
"Babam yenisini almıyordu, artık aldırmak için bir sebebim var." Fatih, bunun üzerine öncekinden de fazla güldü:
"Zengin ama cimrisiniz yani?" Başımı iki yana salladım:
"Teknoloji pek umurumda değil, telefonlara işimi görsün yeter gözüyle bakıyorum. Babam da beni pahalı şeyler alarak " Başka bir şey söylemek yerine tekrar şişeden şarap içip bana sokuldu. Beklememiştim bunu, kalbim hızlı hızlı çarpıyordu şimdi. Çeneme hafifçe dokunup yüzümü ona dönmemi sağladı, burun burunaydık şimdi.
"Yemin ediyorum bir yerden tanıdık geliyorsun, nerede gördüm acaba seni?" Panikleyip kekeledim ama fark etmedi:
"B-Bilmem ki..." Sözümü kesmeseydi muhtemelen inandırıcı olmayan yalanlar sıralamaya başlayacaktım:
"Gözlerin ne kadar güzelmiş." Kulaklarıma kadar kızarmıştım, geri çekilip önüme döndüm. Ben bu çocuğu sadece görünce bile kilitleniyordum, bu kadar yakınlık kalbime fazlaydı.
Şişeyi yere, yanına koyup çimlere sere serpe uzandı. Hayatımda gördüğüm en güzel manzara olabilirdi bu, bakmaktan alıkoyamıyordum kendimi. Göz göze geldiğimizde gülümsedi:
"Senin adın neydi ya?" Yutkundum. Söylesem hatırlar mıydı acaba?
Hatırlamasını istiyordum doğrusu. Mckagan rumuzuyla açtığım sahte hesaptan saatlerce konuşmuştuk. Gerçi, anonim olmam fark etmiyordu pek çünkü yine tersliyordu ama umurumda değildi. Eğleniyordum ve baştaki sert tavırları yumuşamaya başlamıştı. Sorun biraz da buydu belki de.
Benden sahte hesapta olduğum sürece gerçekten hoşlanmayacaktı ve gerçek hesabımın da beleşçi bir pezevenge ait olduğunu düşünüyordu. Keşke beni hatırlasaydı ve sandığı gibi biri olmadığımı düşünseydi. Keşke şimdi beni öpseydi ve bu ikilemden kurtarsaydı. Mckagan'ı kapatıp her şeyi ona anlatsaydım işler fazla karmaşıklaşmadan.
Belki de hatırlardı. Sonuçta kaç tane Atakan olabilirdi ki bu şehirde? Tamam, Atakan gayet sık kullanılan bir isim sayılırdı, kabul ediyordum ama Alptekin? Alptekin çok nadir duyulan bir soy isimdi. Belki kendimi öyle tanıtsam beni hatırlardı. Derin bir nefes alıp gözlerinin içine bakarak cevap verdim:
"Ben Atakan. Atakan Alptekin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bennie and the Jets || BxB
Short StoryAçıkladığımda evden kovuldum. Beş parasızdım ve kazandığım okulu okuyabilmek için paraya ihtiyacım vardı. Bir yandan okurken bir yandan da çalışmak zordu. Ben de yapabileceğim en kısa yoldan para kazanmayı seçtim. Evet, tahmin ettiğiniz şeyi yaptım.