Tuana

763 34 7
                                    


(Tuana'nın ağzından)


Gecenin bir vakti kendimi burada bulduğuma inanamıyordum. Alya'nın aklına uyup buralara kadar gelmiştim. Issız, saçma sapan bir yerdi burası. Etrafta kimsenin olmaması beni ürkütüyordu. Hava çok soğuktu. Rüzgar sert esiyordu. Montuma daha çok sarınarak ve etrafıma dikkatlice bakınarak bahsettiği yere gidiyordum. Sokaktaki tek ses, ayak sesimdi. Topuklu ayakkabıyı çıkaran kişiye söverek ilerliyordum. Çünkü yol çok bozuktu ve ayağım ikide bir burkulup duruyordu.

Gelmemem gerekiyordu buralara kadar. Onu dinlememem gerekiyordu. Belki de başıma kötü bir şey gelecekti ama buralara kadar gelip de dönmek olmazdı. Sonunda bahsettiği mekana gelmiştim. Mekan da değildi zaten burası. Bildiğin bir depoydu. İlginç bir yerdi. Burada mı takılıyordu bunlar her akşam? Ben bu izbe yerde beş dakika bile durmazdım şahsen.

Umarım, elim boş dönmezdim. Buralara kadar gelmeme değseydi bari. Ses çıkarmamaya gayret ederek depo kapısına yaklaştım ve içeride birisinin olup olmadığını kontrol etmek için kapıyı dinlemeye başladım.

İçeriden müzik sesi geliyordu. Alya haklıydı. Burası her akşam doluydu galiba ve yine içeride birileri vardı. Bir kız ve erkeğin gülüşme sesleri ve bir müzik sesi...

Biraz daha dinledikten sonra zor bela bir Zeki Müren şarkısı olduğunu anladım. Ses çok boğuk geliyordu. İçeridekiler bir şeyler konuşuyorlardı ama anlaşılmıyordu. Ses, sanki çok uzaktan geliyordu. İçeride kimin olduğunu merak etmiştim. Deponun etrafını dolaşmaya karar verdim. Belki bir pencere bulurdum ve böylece içeriyi seyredebilirdim.

Deponun etrafını dolaşırken, çok küçük bir pencereye rastladım. Sanırım, bu deponun tek penceresi buydu. İçeriyi izlemeye başladım. Önce içeride hiçbir şey göremedim. Pencerenin görüş alanı dışında bir yerlerdeydiler, sanki içeridekiler.

Burada bir organizasyon olduğu belliydi. Sehpanın üzerindeki mumlar, bira şişesi, bira bardakları bunu doğruluyordu. İçerideki kişilerin bir an Eylül ile Eray olabileceği ihtimali kalp atışımı hızlandırdı. Nedendir bilmem, bu ihtimal beni heyecanlandırmıştı ve bu ihtimalin gerçek olmadığını görebilmek beni rahatlatacaktı. Bunu hissediyordum.

Biraz daha bekledim. Sesler, daha net duyulmaya başlamıştı. Yani, görüş alanıma yakınlaşıyorlardı. Beni görecekleri ihtimaline karşın saklanmaya kendimi hazırlamış bekliyordum ve az sonra Eylül ve Eray, dans ederek ve birbirlerinin gözlerinin içine bakıp gülümseyerek görüş alanıma girdiler. Müzik sesi daha duyulur olmuştu. Ses kaynağını, kendilerine yakın bir yere koymuşlardı demek ki. Pencereye yakın bir yere...

Eylül ve Eray, dans ederek şarkıya eşlik ediyorlardı. İkisi de beraber şarkı söylüyorlardı birbirlerinin gözlerine bakarak. Sanki, bu şarkı onların şarkısıydı ve birbirlerine ithaf ediyorlardı.

'' Hani o, saçlarına taç yaptığım çiçekler,
Hani o güzel gözlü, ceylanlarin pinari;

Hani, kuşlar ağaçlar.. binbir renkli çiçekler,
Nasıl yakalamıştık  saçlarından baharı?''

Eylül, Eray'ın boynuna kafasını gömmüş bu anın tadını çıkarıyordu. Eray'ın kokusunu içine çekiyordu. Güzel kokusunu... Onun yerinde olmak çok isterdim şu anda. Öyle şanslıydı ve onu öyle kıskanıyordum ki... O, bundan habersizdi. O, sahip olduğu erkeğin ne kadar değerli ve özel olduğunu bilmiyordu. Elini bile kıpırdatmadan, hiçbir çaba harcamadan ona sahip olmanın ayrıcalığından habersizdi.

Eylül ve Eray, birbirlerine sandığımdan daha çok aşıktılar ve ben de Eray'a sandığımdan daha çok aşıktım. Ona olan aşkımı, onu sevgilisiyle dans ederken gördüğümde anlamıştım. Ben bile bu kadar onu sevdiğimi bilmiyordum.

Saplantı 2- Farklı YönlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin