Bölüm şarkısı; Frank Sinatra - Killing Me Softly.
Keyifli okumalar dilerim...Deniz'in öleli üç hafta geçmişti ve genç kadının içine büyük bir suçluluk duygusu kaplamıştı. Neler demişti en yakın arkadaşına öyle? Acıyla, üzüntüyle karşındaki kimseyi görmeyen, tek sözüyle bir çok kişiyi yaralayan birine dönüşmüştü resmen. Deniz'in ölmesinde Melek'in hiçbir suçu yoktu ki. Evet Melek engel olabilirdi belki o psikoptın yaptıklarına ama yine de bu onun suçu değildi ki. O da kaybetmişti sevdiğini. Onunda kendisi gibi yüreği paramparça olmuştu. Kalbi yana yana kara topraklara emanet etmişti sevdasını. Üstelik sadece Melek'i de kırmamıştı, Deniz'in annesine de yaralamıştı en az bıçak kadar keskin zehir zemberek sözleriyle. Kadıncağız zaten acı çekiyordu, onun acısına ortak olacağı yerde tuz biber olmuştu. Kimsenin suçu değildi Burkay'la Deniz'in ölümü. Burada tek suçlu vardı. O da Fatih olacak manyak. Nasıl bu kadar sadece kendi acısını düşünen, vicdansız biri olabilmişti. Şimdi de kalkmış özür dilemek için Deniz'in annesinin evine gelmişti. Zavallı kadının kalbini bu kadar çok kırmıştıken hakkı var mıydı ki özür dilemeye? Zili çalmak yerine tam önüne dönmüş gidecekken kapı açıldı. Anlaşılan bu gün şanslı gününde değildi. Sabah yolda yürürken sakarlığı tutmuş herkesin önünde düşmüştü. Tabi bunu görenlerde yardım etmek yerine gülmeye başlamışlardı. Sanki dünyada başka gülünecek bir şey kalmamıştı.
"Arzu!" dedi arkasındaki ses. Bu ses Deniz'in annesinden başkasına ait değildi.
Ne yapmalıydı şimdi? İki seçeneği vardı. Ya tüm yaptıkları için özür dileyecek ya da kadını duymazlıktan gelip buradan gidecekti. İkinci seçenek ne kadar cazip gelse de bunu yapamazdı. Vicdanı el vermezdi bir kere. Peki ya nasıl özür dileyecek ti? Ya Deniz'in annesi ona ters davranırsa. Of, ne kadar da kötü bir durumdu böyle. Arzu, kadını bekletmeden utana sıkıla arkasına döndü. Kadının yüzüne bakmak yerine kafasını eğdi suçlulukla. Kadından gelecek tüm kötü sözlere hazırdı artık. Fakat birkaç dakika sonra hiç de beklediği gibi bir durum olmamıştı. Aksine yaşlı kadın onu sımsıkı sarılmaya başlamıştı. Şaşkınlıktan ne yapacağını bilememişti Arzu.
"Ah, yavrum. Gelmişsin." dedi yaşlı kadın ağlamaklı bir sesle.
Arzu sarılmayı bırakıp yaşlı kadının yüzüne baktı. "Ben... Ben..." diyebilmisti sadece. Nedense bir anda dili tutulmuş gibi söylemek isteği sözleri söylememişti.
Yaşlı kadın anlamıştı genç kızı. Onu hiçbir zaman suçlamamıştı. Çünkü biliyordu ağzından çıkan tüm kelimelerin gerçek olmadığını. Acıyla çıkmış sözlerdi onlar. "Burada konuşmayalım. İçeri geç kızım."
Arzu onun bağırmayacağına ve eskisi gibi samimi bir şekilde davrandığını anlayınca rahatlamıştı. Çünkü hiç istemiyordu Adile Hanımı üzmek. On sekiz yaşına kadar hep yetimhanede büyümüştü. Yetimhanedeki müdürün dediklerine bakılırsa ailesi onu eski eşyaların atıldığı bir yere koyup terk etmişlerdi. Ailesini bulmayı çok istemişti ve her deneyişinde de başarısız olmuştu. Sonra da inancını kaybedip vazgeçmişti zaten. İlk defa bir kadının anne şefkatini hissetmişti. İlk defa bir kadına anne demişti ve bunun sevincini yaşamıştı. Onu üzmek istediği en son şeydi hatta hiç istemiyordu üzmek. Düşüncelerinden sıyrılıp kapıdan içeri girdi. Yavaş adımlarla salona doğru gitti. Koltuğa oturduğunda Adile Hanım'da onun yanına oturdu. Bu koltukta başlamışlardı tartışmayı.
"Bana onu savunmayın Adile Hanım!" öfkeliydi Arzu. Hem de hiç olmadığı kadar. Sesinin de yükselmesine engel olamamıştı. Neden herkes Melek'i savunuyordu? Neden kimse onu anlamıyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NERGİS (TAMAMLANDI)
ActionO gece çığlık çığlığa bağırmıştı kız. Delicesine kurtarılmaya beklemişti. Fakat kimselere duyuramamıştı sesini. Sevdiği adam bile bu çığlığı, yalvarışı duymamıştı. Çaresizlikle teslim oldu. Artık onu kimse kurtaramazdı bu bataklıktan. Adam ona zorla...