Uyanalı baya olmuştu fakat tavanı incelemekten hala kalkamamıştım. Düşünceler beynimin içini kemiriyordu. Taehyung'un bana dokunması ve bunu durdurmak istememem... Aklımda hep o an canlanıyordu. Ağzımdan izinsiz çıkan inlemeler ve Taehyung'un sırıtışı...
Dünyadayken böyle olup olmadığımı düşünüyordum. Ha Eun'la biz böyle olmamıştık hiç. Önceden arkadaşım olduğu için dokunamamıştım belki de ona. Bir kez beni öpmüştü Ha Eun. Onun dışında sadece el ele tutuşmuştuk. Onunla böyle şeyler yaşamamıştık ki biz. Her zamanki gibi gezerdik sadece. Taehyung bambaşkaydı. Onu tanımlayacak bir kelime yoktu. Onun yaptıkları hem iyiydi, hem kötü. Araftı o. Ne yapacağını kestiremediğim yaramaz bir çocuk... Her şeydi o. Her türlü kelime grubu ona uyarken, aslında hiçbiri uymuyordu.
Kafamı iki yana salladım. Düşüncelerimden sıyrılıp odaklanmalıydım. Belki hayatta kalmaya, belki Woo Bin'e... Bir şeye odaklanmalıydım sadece. Taehyung hariç herhangi bir şeye...
"Jin Hyung!"
Kapımın dışında bir ses duyduğumda derin bir nefes verdim. En azından kafamı dağıtacak minik bir misafirim vardı.
"Girebilirsin, Woo Bin."
Kapı açıldı, Woo Bin içeri girdi. Paytak adımlarla yanıma gelip yatağımın yanında durdu. Elimi tutup şirince gülümsedikten sonra konuştu.
"Uyuyamadım bir türlü, hyung. Böyle kalbime biri sert bir oyuncakla pat pat vuruyorlarmış gibi. Niye bilmiyorum ama acıyor. Seninle uyuyabilir miyim?"
Gülümsedim kocaman. Küçük kardeşim gibiydi o. Hemen kabul ettiğimde yatağa tırmanamadı. Onun bu şirinliğine kıkırdayıp kucağıma aldım onu. Hemen yanıma yatırıp uzandım bende. Minik kollarını bana sardığında kapattım gözlerimi. İkimizin de uyumaya ihtiyacı vardı.
"Annemi çok özledim hyung."
Uyumadan önce duyduğum son cümle buydu. Yarı uykulu olduğum için bir şey düşünememiştim bunun hakkında.
Kaç saat uyuduğumuzu bilmiyordum. Fakat gözümü açtığımda kapının önünde ayakta duran Taehyung'u görmüştüm. Woo Bin'le birbirimize sarılmamızı kaşlarını çatarak izliyordu. Benim uyandığımı fark edince kaşları çatılmayı kesti ve eski ciddi halini aldı.
"Dünyada olsaydınız bütün gün uyumuş olurdunuz." diye söylendikten sonra devam etti konuşmasına. "Bücürü de al. Yemek hazır."
Ses tonu düzdü. Kafamı yavaşça salladığımda hızlı ama dik yürüyüşüyle gitti Taehyung. O gidince ne ara tuttuğumu bilmediğim nefesimi verip Woo Bin'e döndüm. Onu uyandırırken aklıma yine Taehyung doluşmuş, bunu engelleyememiştim.
Mutfağa girdiğimizde Jungkook pankek pişirmişti. En büyüğünü Jimin'e verirken, Jimin utangaç bir şekilde teşekkür etmişti. Onların bu hallerine güldüm ve oturdum. Woo Bin de sandalyelerin birine yerleşirken Taehyung geldi. Woo Bin'in oturduğu yere bakıp gözlerini devirdi.
"Orası benim yerim."
Çatalındaki çileği ağzına götüren Woo Bin durdu. Taehyung'a dönerken kızgın görünüyordu.
"Tapulu malın mı?"
Taehyung kafasını iki yana sallayıp Woo Bin'e sert bakışlarını göstermek için eğildi. "Bana sokakta büyüyen çocuk dili kullanma." dediğinde gülümsememek için kendimi sıkmak zorunda kalmıştım. Bu cümle nedense beni gülümsetmişti.
"Sadece çocuklar kullanmıyor ki!" diye karşı çıktı Woo Bin. "Sen de kullanıyorsun bu dili, hyung."
Kendimi tutamadım. Ağzımdan bir kıkırdama koptuğunda Taehyung o korkutucu bakışlarını bana çevirdiğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Gülmemeye çalışsam da, Woo Bin'in cevabı hoşuma gitmişti.