Bendim, soru işaretlerle kafasını doldurmuş kişiydim. Kalbim parçalanmıştı fazla acıdan; gözyaşlarım kurumuştu üzüntüden. Artık hissizleşmiştim, acıya bile alışmıştı bedenim. Dudaklarım aşağı doğru kaymış, göz altlarımda koca morluklar oluşmuştu. Canım acıyordu; canım çok acıyordu fakat bu fiziksel değildi. İçimde anlamlandıramadığım kadar büyük bir üzüntü taht kurarken ben sadece tavanı izleyerek geçirmek istiyordum günümü. Yorgun hissediyordum; hem de çok yorgun... Hıçkıra hıçkıra ağlamaya bile dermanım yokken gülümseyerek konuşmaya çalışıyordum etraftakilere. Yılın oyuncusu seçilecek kadar güzel gülüyordum tanımadığım o insanlara. İçimdeki kasırgaları saklıyordum ve sadece güneşe sahipmişim gibi davranıyordum. Oysa biliyordum ki Koma'da olmayan güneşi bırak, ben gecenin karanlığına dahi sahip değildim.
Derin bir nefes aldım geceden, ciğerlerime. Gece doluştu burnumdan içeri, hissettim onu tüm organlarımın arasında. Dünya kokuyordu etraf, gerçeklik kokuyordu. Koma'da hissettiğim hiçbir duygu yoktu şimdi ruhumda. Tek eksiklik dünyada olmamdı; aynı zamanda tek fazlalık da oydu. Normal şeyler yapmaktı beni anormal hissettiren. Uzaktan bir yerden çalan yüksek sesli müziği dinledim. Birkaç kişinin sokakta kavga edişini, gece geç olduğunu söyleyip koşarak eve giden gençleri izledim. Komikti fakat bunları izlemek hoşuma gidiyordu. Bana gerçek hissettiriyordu; insan hissettiriyordu. Etrafta çığlık atan ve ölmemek için yalvaran kimse yoktu. Birbirini öldürmeye çalışan insanlar, bana yakışıklım diye seslenen manyak Hoseok yoktu. Ve ben normaldim işte, çok normal.
"Ne bok yiyorsun tek başına?"
Balkonda oturduğum için hafif üşümüş kollarımı birbirine sarıp sesin sahibine baktım. Yine kahverengi deniz bana çatık kaşlarıyla bakarken gülümsedim. Onun evinde kalmak için sabah verdiğim savaşı hatırladım. Onun sinirini bozup zorla kendime bu gece evinde kalmaya izin verdirttiğim geldi aklıma. Bana odasına girersem beni öldüreceğini söylediğinde gülerek kabul etmiştim bu teklifi. Güldüğüm için bana o eski sinirli bakışlarından yollasa bile umursamamıştım. Koma'daki Jin'e göre fazla yüzsüz olsam da bu umurumda değildi. Koma'daki Jin yaşamıştı; şimdi dünyadaki Jin'in sırasıydı.
"Rüyanda beni mi gördün?" diye dalga geçerek sorduğumda Taehyung bakışlarını kaçırıp birkaç saniyeliğine bacağıma baktı. Sonra gözlerini oradan da kaçırıp gökyüzüne çevirdiğinde dudaklarım kocaman açıldı. Gerçekten rüyasında beni gördüğünü anladığımda hızla ayaklandım.
"Şaka yapıyorsun!" diye gülerek konuştuğumda Taehyung gözlerini devirdi. Benden uzaklaşıp balkon demirlerine yaklaştı ve ellerini oraya koydu. Kafasını gökyüzüne doğru kaldırıp derin bir nefes alırken devam ettim gülümsemeye. "Bacağıma baktığına göre beni bıçakladığını görmüş olmalısın."
Kurduğum cümlenin sonuna nokta koyar koymaz Taehyung bana döndü. Gözlerini göz bebeklerime kilitlediğinde gülüşüm soldu dudaklarımda. Hafif bir rüzgar onun saçlarını dağıtırken yutkundum. Geceydi ve güneş yoktu. Gözlerimin içine bakan Taehyung, Koma'daki Taehyung'la aynı kişiydi. Bu adam dudaklarını aralarken de, bana şimdi "Kes sesini, şişkin dudak." derken de aynı adamdı. Ona bakarken dahi onu ne kadar özlediğimi fark ettim. Ellerini tuttuğum, yaralı hallerini gördüğüm, öpüştüğüm, seviştiğim, dokunduğum o adam... Bana bir şeyler öğretmek için canımı acıtan; bana sarılma isteğini vazgeçirmek için bana kötü davranan adam. Küfür dudaklarında yuva yapmış olsa da, sadece kendisini düşünüyormuş gibi davransa da beni defalarca kez kurtarmış adam... O adam şu an yine karşımdaydı ve yine bana şişkin dudak diye sesleniyordu.
Bir anda dudaklarımın arasından "Canımı çok acıttın." cümlesi çıkarken bunu beni bıçakladığı anı düşünerek söylememiştim. Bana bağırdığı, aptal olduğumu söylediği her an doluşmuştu aklıma; titremişti ruhum. Kalbimi kırdığı o anlar bir bıçak darbesinden çok daha acı vericiydi.