-11-

12.3K 443 16
                                    


Bir sokakta sevdiğiniz biri yaşadığı zaman orası bir Dünya olur.

-Lawrence Durrel

   -Keyifli okumalar-

Kollarımı ondan ayırmak ne kadar güç olsada başarmıştım. Kafasını duvara doğru hafifçe çevirirken boğazını da temizlemişti. Kalbimin böyle kırılacağını önceden tahmin ettiğim için şuan kalbimi sorun etmiyordum.

Hep kırılır kalbim. Bir şey olmaz yani.

Dilime hakim olamayarak konuştum. "Tuğçe görse veya duysa bu hareketimi rahatsız olurdu değil mi, affedersin."

Kafasını bana çevirirken gözlerinde ki ifadeyi de anlamıyordum artık. "Nasıl bir manyaksın lan sen, ne Tuğçesi?"

Bir de salak ayağına yatıyordu. O kız bunu bir dakikada yer, yutar hala daha bu gerizekalı anlamamış. Ama bu da boş değil yani ona karşı.

"Bak düzgün konuş benimle. Ağzının ortasına yapıştırırım bir tane." Ben ciddi ciddi elimi havaya kaldırıken, o ise alayla gülümsüyordu.

"Hadi vur bakalım elinin ayarı değişmiş mi?"

Bir an elimi yüzüne doğru yakınlaştırsam bile vuramazdım. Zaten sinirlenip ona söz sayarken benim telefonu kapatmamak için yaptığım ısrardan dolayı bu haldeydi. Uyarmıştı beni arabadayım diye!

"Yok ya olmaz. Vazgeçtim. Şu haline bak, dayak yemiş gibisin. Bir de ben kan akıtırsam olmaz."

Çınar'a vursam kesinlikle benim elim acır be! Bir de kalbim. Salak olan kalbim. Onu seven kalbim. Kalbim işte.

"Ben dayak yemem, bunu sende biliyorsun Ayça."

Yatağının yanına çökerken dudaklarımdan, "Hah!" Nidası çıkıvermişti. "Niye, senin özelliğin ne?" Küçümseyici bakışlarıma karşılık olarak sırıttı.

"Bana vurmak biraz cesaret ister. Yaz bunu bir kenara."

Ama ben bu çocuğa vururum. Yani en fazla tokat falan atarım ama iyileşmesi lazım.

***

"Selin bugün gelmeyecek herhalde. Daha akşam yemeğini yapmadım. Ayça kuzum, Çınar'ın eli alçıda, sen çorbasını yemesi için yardım edebilir misin?"

"Ama Derya teyze-"

Hızla lafımı kesti. "Yemek yapmış olsaydım, ben yedirirdim."

Sorun yemek yedirmem değil, Çınar'dı. Benim ellerimden yemek yemek ister miydi?

"Elime mi yapışacak canım? Hallederim ben." Masanın üzerinde ki tepsiyi aldığım gibi Çınar'ın odasına ilerledim.

Henüz akşam olmamıştı fakat perdeleri örttüğü için odayı karanlık yapan ve şuan uyuyan Çınar'a ters bir bakış attım. Uykusundan uyandırmak benim için büyük zevk olacaktı ama öncelikle perdeleri açarak odayı  -biraz da olsa- aydınlatmam lazımdı.

Camdan odaya giren Güneş ışıklarıyla beraber Çınar'ın başına adımladım.

"Lan, lan, lan!"

Su onu ayıltmış olmalıydı.

"Tünaydın Çınar. Kalk, seni bekleyemem."

Masasının sandalyesini yatağa yaklaştırdım ve tepsiyi de masanın üzerinden aldım. "Sakatlara yardım sevaptır." Kendi kendime mırıldanırken Çınar'ın bana kötü kötü baktığını hissediyordum.

Bunlar sadece gerçekler.

"Önceden böyle yapmazdın!" Sitemli sesine gözlerimi devirdim. Önceden öperek uyandırmam şimdi de öpeceğim anlamına gelmiyordu. Sözlerine devam etti. "Nasıl bir kaldırma şeklin var kızım senin?"

Çorbaya kaşığı daldırırken ona cevap verdim. "Bu benim değil, suyun kaldırma kuvveti."

Bilmiş bilmiş sırıttı. "O böyle bir şey değil."

Sanki bunu ben bilmiyordum. Gerizekalı.

"Kapa çeneni ve aç ağzını."

Bir elimde ki tabağa bir de bana baktı. Ne bakıyorsun ulan?

"Bana çorbayı sen mi yedireceksin?"

Hayır, babamı çağırdım. Gelir birazdan.

"Hayallerinde Tuğçe mi vardı yoksa?" Her şekilde aklıma Tuğçe geliyordu ve bunu her dile getirdiğimde Çınar'ın yüzü düşüyordu. Keyif verici.

"Ayça, unut artık şunu. Yok öyle bir şey diyorum sana."

"Konuşmak için değil, yemek için aç ağzını dedim sana!"

Kaşıkta ki mercimek çorbasını içerken gözleri benim üzerimdeydi. Umursamamaya çalışarak kaşığı yeniden çorbayla doldurdum.

"Saçlarını neden kestirdin?"

Benim saçlarımı uçlarından öpüp, başka bir kadının sarı tutamlarında kayboldun diye.

"Sıcaktan kestirmiştim."

"Sıcak ne zamandan beri saçlarınla birlikte seni rahatsız etti?" Kısık gözleriyle bana bakarken kaşığı ağzına soktum sertçe. "Sen sorduğundan beri."

"Biraz daha nazik ol istersen, bu halde olmamın sebebi biraz da olsa sensin."

Ölsün ölsün diye içimden geçirdiğim adam ölseydi vicdanım beni asla terk etmezdi. Sonuçta telefonda beni uyarmasına rağmen ben onu dinlememiştim ve sonucunda kolu alçıdaydı. Küçük bir şey gibi görünebilir fakat buna benim sebep olmam bile canımı iki kat daha fazla yakıyordu.

Canımın iki kat yanmasının sebebi, benim sebep olmam ve onun da canının yanmasıydı.

"Ölmediğin sürece sorun yok." Ona belli etmesemde sorun hep vardı. Sorun benim kalbimdi. Onu sevmemdi.

"Ölsem üzülür müsün?"

"Salak gibi sorular sormayı kes."

"Sevgimi öldürdün zaten değil mi? Duygularımı kaybediyorum yavaş yavaş." İhanet eden benmişim gibi davranıyordu!

Kaşığı ağzına uzatırken eliyle bileğimi durdurdu. "Daha fazla istemiyorum."

"Ben hiçbir şey yapmadım." Ben gayet ciddiyken onun suratında ise bir gülümseme vardı. Ama içten değildi.

"Bende aynı cümleyi defalarca söyledim sana. İnandın mı bana? Yapmadığın bir şeyle suçlanmak nasıl bir duygu?"

Aklı sıra köşeye sıkıştıracaktı beni. O sadece benim gidiş sebebimi merak etmiş ve -dediği doğruysa eğer- yollarımı gözleyerek acı çekmişti. Bu bir şey değildi ki.

Ben altı ay boyunca evimden uzakta, göz yaşı dökerek geçirmiştim günlerimi.

Tepsiyi yatağın yanında ki çekmeceye bıraktım. "Seni unutmak için gittim."

Gözlerinde büyük bir hayal kırıklığı oluştu. Öncelikle yutkundu ve "Unuttun mu peki?" Diye sordu.

Dürüst olmam gerekiyordu. Yalan söyleyerek kimi kandıracaktım ki? O anlardı beni gözlerimden. Eskiden anlardı yani.

"Hayır. O kadar da kolay değil o işler." Pekde umut dolu kurmadığım cümleyle kocaman gülümsedi. Ve bu içtendi.

"Ne kadar sevindim bilemezsin. Duymak istediğim bir cümleydi."
Geriye doğru yaslanırken ufak bir tebessüm ettim. "Dün bana,  merak etme, bu sefer bir neden aramaktan vazgeçiyorum. Kalbime söz geçiremem fakat dilim tükendi sormaktan, kulaklarım vazgeçti bir cevap duymaktan demiştin. Neden sevindin? Vazgeçmedin mi?"

Beni taklit ederek konuştu. "Hayır. O kadar da kolay değil o işler."

SafderunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin