-Keyifli okumalar-"Nabüyünüz lan?" Elinde tespih, kısa pantolonu, pembe gömleği ve jöleli saçlarıyla karşımıza gelen, mahallemizin tuhaf karakteri Orhan, Selinle olan sohbetimizin içine etmişti.
"Nabüyünüz ne ya?" Suratını buruşturarak soran Selin'in aksine çabucak başımızdan gitmesi için onun gibi konuştum. "Oturuyoruz, sen nabüyün?"
"Bende oturmaya geldim küçük sıçan." Burnunu bir serseri edası ile çekerken, bankta beni iyice Selin'e doğru iterek yanımıza oturdu.
"Git ötede otur." Selin ona yandan yandan bakışlar atarken, jöleli saçlarını eliyle düzeltiyordu Orhan. "Sana lan, sen siktir git."
Hii! Hemde benim kankama söylemişti o lafı.
Elimin tersiyle ağzına yapıştırdım. Elimi üzerime silerken ona sert bir bakış attım. "Sen boş yere gelmezsin yanımıza. Hayırdır?"
Tekrar burnunu çekti. "Size teklifim var da ondan geldim. Beni dinleyeceksiniz. Yoksa sizin kulaklarınızı keserim."
"Ne teklifi? İnşallah normal bir şeydir." Selin'in dediklerini onaylayan mırıltılar çıkardım. Orhan'dan normal bir şeylerin çıkması imkansız gibi bir şeydi.
"Duyduk ki, Çınar itinden ayrılmışsın. Güzel hareket." Orhan'ın ilk olarak hedefi bendim. Üstelik Çınar'a da it demişti. Çınar bunu duysa, Orhan'ı döve döve düzeltirdi.
"İt mi? Hah! O burda olmadığı için mi bu cesaretin?" Selin'e ters bir bakış attı Orhan. Sanırım onun bu çıkışlarını hiç sevmiyordu. Zaten sevmesi de gerekmezdi.
Tam bir şey söyleyecekti ki konuşarak onu susturdum. "Selin haklı. Düzgün konuş. Eğer konuşmayacaksan git buradan."
Cebinden çıkardığı paketten bir tane sigara yaktı. "Lan Selin, seni Caner ağabeyim görmüş ve beğenmiş tamam mı?"
Anladığımızı belirtmek için Selin ve ben kafamızı aşağı yukarı doğru hareket ettirmiştik. Orhan konuşmadan önce Selin kulağıma fısıldadı. "Beni istemeye gelmiş gibi hissediyorum."
Daha sonra boğazını temizledi ve Orhan konuşmadan tavrını belli etti Selin. "Ben buna hazır değilim."
"Lan daha bir şey demedim!" Orhan sinirle bize bakarken, Selin'i dürttüm. "Caner ağabeyimin yari olacaksın. Duydun mu lan?" Dedikten sonra Orhan'ın bakışları beni buldu. Pis bir şekilde bakarken kollarımı bedenime sarıp bacağımı diğer bacağımın üzerinden çektim. Bakışlarından rahatsız olmuştum. "Belki bende sana bir şans veririm küçük sıçan."
Ha?
"Bana bak, git o Caner efendiye söyle, Çınar ağabeyimin yanında bacımsın Selin havalarına girip burada, seninle birlikte benden böyle bir şey bekleyemez! Hem sen teklifim var dedin, şuan resmen emrediyorsun!" Ayağa kalkıp bağıran Selin ile birlikte Orhan ardından da bende ayağa kalkmıştım.
"Ne diyün lan sen?" Orhan'ın şöyle saçma ve yavaş konuşmasına aşırı derecede uyuz oluyordum.
"Ne diyün değil, ne diyorsun. Lan değil, Selin diyeceksin. Çaktın mı?"
"Sizin cevabınız kesin mi şimdi? Son kararınız mı?" Diye soran Orhan'a, Selin ve ben aynı anda "Evet!" Diyerek cevap vermiştik.
"Caner yine bulur birisini. Ama sen varya sen." Diyerek işaret parmağı ile beni hedef aldı. "Sen benim gibisini bulamazsın kara sıçan."
Ağzımı bir cevap vermek için açsamda ne diyeceğimi bilemediğim için tekrar kapattım.
Benim yerime Selin konuştu. "Yürü git işine ya!"
Bize son bir bakış atıp, burnunu çekti ve yanımızdan ayrıldı.
"Demek Caner, ha? Şimdi ona laf yok. Yakışıklı çocuk." Ben Selin'e sataşırken Selin eliyle istemediğini belli etmek için sağa sola doğru salladı.
"Aman yakışıklılığı da ona kalsın. Hem bakkalcının kızı Sema ona aşık diyorlar."
Selin'in yanında ki boşluğa oturdum. "Demek öyle."
"Sen onu bunu bırak da, görücü geliyormuş sana."
Hayatımın şokunu yaşayarak hızla ona döndüm. "Ne görücüsü? Kim? Nereden duydun?"
Gülerek cevap verdi. "Tam olarak bilmiyorum fakat Çınar ağabeyim değil, orası kesin. Annenin tarafından herhalde. Bende annemlerden duydum."
Yutkunurken omuzlarım da düşmüştü. Çınar niye olmuyormuş ya?
Tuğçesi var onun. Ne çabuk unutuyorum şu kızı ya? Şimdi Çınar'ın çorbasını da o içirmiştir.
Gidip kontrol mü etsem?
Aman, bana ne ya!
"Sen bu konuyu iyice Hatice teyzeden öğren. Bende annemi sıkıştırsam iyi olacak."
***
"Çınar o zaman benden vazgeçer be kadın! Ne yaptığının farkında mısın?" Sinirden ellerimi ve dişlerimi sıkarken, annem elinde ki kepçeyi bana doğru salladı.
"E sende Çınar'ı istediğini söyleseydin be anam!"
Birazcık haklı olabilirdi anneciğim fakat bu sorunun cevabını ben bile bilmiyordum ki. Aramıza giren tek şey, bana olan ihanetiydi.
"Ya ben onu mu dedim anne? Hem, bizim Tufan adında akrabamız bile yok. Sen beni olmayan birisine mi vereceksin?"
Halleder dediğim kadın, gitmiş Derya teyzelere ve beni de annemin amcasının oğlu olan Tufan'ın -ki öyle birisi bile yok- beni istediğini ayrıca bunlarında beni Tufan'a vereceklerini söylemiş.
Derya teyze bunu Çınar'a söyler.
"Aaah! Daha fazla başımı şişirme. Baban gelecek, sofrayı kur." Dedikten sonra kepçeyle yaptığı çorbayı karıştırırken bende gözlerimi devirmekle meşgul olmuştum. Annemin baktığı sıra gözlerimi devirseydim elinde ki kepçeyle hallederdi gözlerimi.
Artık düzeltir miydi, yoksa yamultur muydu, orasını Allah bilir.
"Sen anca emret zate-" Annemin şahin gibi bakışlarına takılırken zoraki bir şekilde gülümsedim. "Tabiikide sen emredeceksin! Sen emret ki sultanım, bende yapayım."
Öyle böyle sofrayı da kurduktan sonra kendimi odama atarak telefonumu elime aldım.Şifreyi girdikten sonra gelen tek bir tane bildirime gözüm takılmıştı. Bildirim, Çınar'a aitti.
'Gönderen: Çınar
Birisi Can der, birisi Tufan. Hayırlısıyla seni nikahıma alacağım kelebeğim.'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Safderun
Teen FictionBeynim ve kan pompasının arasındaki çetin savaşı beynimin galip gelerek sonuçlanmasını isterken kalbim vazgeçmek nedir bilmiyordu ve Çınar için çırpınıyordu. Gerekirse bütün duygularımı yakar yinede kalbimin yeniden Çınar'a ait olmasına izin vermezd...