25

12K 891 852
                                    

Merdivenleri çıkarken önümde Jimin Hyung vardı. Onun çalışma odasına gidiyorduk ve bu işi bugün halletmem lazımdı.


Jimin Hyung'a bir şey konuşacağımı söylediğimde gerilmiş ve çökmüş halimden bir şey olduğunu anlamış ve kahvaltıdan sonra çalışma odasında konuşabiliriz demişti. Birkaç kere omzumu sıvazlamıştı. Gece tekrar uyumadığım dan gözlerim yorgun ve ağrıyordu. Saçlarımın kesilmesi gerekiyordu, çok uzundu. Elimde sarılı bir yara vardı. Dümdüz masumluğunu izlediğim birde Roséanne vardı.

Kahvaltı hazırlarken onu izliyordum ve o da benim dün ki halimden dolayı yüzü asıktı. Korkmuştu çünkü. Jennie, Rosé'nin sarı saçlarını dağınık bir şekilde örmüştü ve yan omzuna atmıştı.

Zar zor yaptığım kahvaltıdan sonra ilaçlarımı içme vakti gelmişti bir nevi. Çünkü dün olanlardan sonra kendime güvenmemiştim. Jimin Hyung her zaman kullandığım ilaçları, reçetesiz bir şekilde almıştı. Jimin Hyung'un arkadaşı çoktu. Bir şekilde hallettiğini söylemişti.

Avucumdaki tek ilacı acımadan yuttum ve üzerine soğuk suyu içtim. Her zaman ki gibi boğazımı yakmış ve acı bir tat boğazımda yer edinmişti. Umursamadım.

Jimin Hyung'un çalışma odasına geldiğimizde, kendimi tekli bir koltuğun üzerine bırakmış saçlarımı karıştırmıştım. Islaktı. Sabah kalkar kalkmaz duş almıştım ve kurutmadan çıktığım için saç diplerim hala nemliydi.

"Jungkook sen gerçekten iyi değilsin. Geldiğin günden beri huzursuz ve hasta gibisin. Uyumadığını biliyorum. Ne oldu anlat şimdi." Sıklaşmış nefeslerim ve kalbimin küt küt atışı. Bunların hepsi bir sevgiden doğan kalp atışları değildi. Korkuyordum.

"Hyung." Sanki boğazımdaki yumru ile zar zor yutkundum."Dün gece elime bir not geldi." Avucumda değildi bu sefer o kağıt. Cebime yaralı olmayan elimi attım ve yarısı kana bulanmış olan küçük kağıdı çıkardım. Jimin Hyung yaptığım hareketleri tek tek izliyordu. En sonda çıkardığım kağıdı ona uzattığımda kaşlarını çatarak avucumdan aldı buruşmuş kağıdı.
"Bu ne?" Cevap vermedim ve başımı ellerim arasına aldım.

Kağıdı açış sesi kulaklarıma dolduğunda 5 saniye kadar bir sessizlik oldu ve sonra, "Sikeyim bu ne!" dediğini duydum. "Jungkook bu şaka değil mi?! Tanrım! kafanı kaldır!" İfadesizce kaldırdığım kafamla gözlerinin içine baktım. Morlaşmış göz altlarım ve çökmüş halime bakarken bu sefer şaka yapmadığımı anlamış ciddi haliyle küfürü basmıştı.

"Tanrı aşkına o kadın geri mi geldi!" Kafamı salladım ifadesiz yüzümle. "Geldi Hyung evet." dedim yere bakarken."Ve istediğini almadan gitmeyecek."

"Hayır hayır! Jungkook aklında ona karşı teslim olma varsa unutuyorsun!" Çok geçti artık. Ben teslim olmazsam o bir şekilde elde edecekti. Rahat yoktu bana biliyordum.

Arkamda bırakabileceğim Rosé vardı. Ama o hastaneye geri gitmeyecekti. O hastanede sonsuza kadar kalamazdı. Kafesine tekrar giremezdi.

Bir daha uçamazdı ki. Kafesinde kalır ve ölürdü. Oysaki melekler uçmak ve ölü kalpleri hayata döndürmek için vardı.

Karşımdaki büyük pencereden dışarıya bakarken, ezberimde olan yerlerde gözlerimi gezdirdim.
Jimin Hyung telefonunu çıkardı. Birkaç numara tuşladı ve kulağına götürdü.
Birkaç saniyeden sonra açılmıştı telefon.

"Hyung pasaport işini hemen hallet. En geç yarına kadar." Doğru ya adlarımız değişecekti Rosé ile. Bu ülkeden gitmemiz için Jimin Hyung birkaç arkadaşını aramıştı önceden ve pasaport çıkartmalarını istemişti. Sorun olmasa gidecektik.

Mad | rosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin