13.Bölüm

2K 147 9
                                    

" Gözlerinde ki kederi öperim.
Alın kırışığında kanat çırpan sevgiyi,
Öyle yıkık durma ne olur,
Akşama düşen gün gibi"

Sahra, o sabah yüreğinde büyük bir ağırlıkla karşıladı yeni günü. Tüm geceyi, yılardır yakasını bırakmayan o korkunç kabuslarla geçirmişti yine. Bir yağmur gibi başından aşağı yağan ve ayak uçlarında birikip, alevden bir nehire dönüşen ateşi! Anne ve babasını ondan alan ve yüreğini küle çeviren o korkunç ateşi!

Eli kolu tutmuyordu sanki bu sabah. Öyle halsiz, öyle karamsar ve öylesine yıkık hissediyordu ki, odasından çıkmak bir yana dursun, yatağın içinden dâhi kımıldamaya hali yok gibiydi. Acaba Mirza'ya ailesinin kabrine gitmek istediğini söylese çıkmasına izin verir miydi?

Yetiştirme yurdundan çıktıktan sonra hiç aksatmamıştı kabir ziyaretlerini. Her yıl on yedi ağustos'ta mutlaka anne ve babasını ziyarete gider, onlarla uzun uzun sohbet ederdi.
" Beni merak etmeyin. Çok iyiyim. Mutluyum. Sizi özlüyorum sadece. Annemin güzel kokusunu, senin de şefkatli kollarını baba. Başka da bir kederim yok hasret dışında" derdi her gittiğinde.

Şimdi gitse belki onu anlatırdı annesine.
"Bir adam var" derdi. "Kalbimi akıl almaz bir şekilde çarptıran, umutsuzluğuma iyi gelen bir adam. Yanındayken kendimi dünyadaki tüm kötülüklerden uzakta gibi hissediyorum "derdi. Utanırdı belki babasından, dili dönmezdi adını koyamadığı bu hisleri anlatmak için ama " bana senin gibi bakıyor" derdi. " Senin gibi içten ve samimi..."

🖤

Mirza'nın da ondan aşağı kalır yanı yoktu bugün. O da on üç yıl öncesinin ağırlığı altında eziliyordu. Kardeşini o sandalyeye mahkum eden, babasının yıllarını elinden alan ve iki masumun hayatına mâl olan o kâbus gibi geceyi her yıl on yedi ağustos'ta yeniden yaşıyordu. Çocukluğuna, gençliğine, ömrüne sebep olan o geceyi! Ve tüm bunların müsebbibi olan o kahpe insanları bir an bile unutmuyordu. Düşündükçe öfkesi daha çok büyüyor, öfkesi büyüdükçe korkunç bir karanlığın içine hapsoluyordu. Yıllardır karanlığın en zifirinde debelenen ruhuna, ilk kez küçük bir ışık huzmesi sızmıştı ve Mirza o adamlara ulaştığında, o küçük ışığı kaybetmekten, tekrar zifiri karanlığa gömülmekten çok korkuyordu.

Kulağına dolan tanıdık telefon melodisi ile yerinden usulca doğruldu. Bu ses Sahra'nın, çalışma masasının çekmecesinde duran telefonuna aitti. Yine arkadaşları arıyor olmalıydı. Son zamanlarda sıkça arıyorlardı zaten. Ama Mirza her seferinde bu aramaları meşgule alıyor ve Sahra'ya bu aramalardan söz etmiyordu. Ona güvenmediğinden değil, henüz kendine itiraf edemese de onu arkadaşlarından, özellikle de Sinan'dan kıskandığı için onlarla görüşmesini istemiyordu. Bencilceydi biliyordu ama bu engel olamadığı bir histi. Telefonu eline aldığı anda, odasının kapısı aralandı ve Sahra bir kaç adım atıp içeriye girdi. Mirza'nın elinde tuttuğu telefon tekrar çalmaya başladığında, Sahra ileri atılıp
" benim telefonum mu o , kim arıyor?" Diye sordu bitkin bir şekilde. Mirza yüzüne dikkatle baktı. Sanki bugün gün ışığı ruhunu terk etmiş gibiydi. Yüzündeki aydınlık kaybolmuş, göz bebeklerinin pırıltısına karanlık çökmüştü. Elindeki telefonun ekranına baktı önce , sonra ona merakla bakan kıza çevirdi göz bebeklerini.

" Serçe'n arıyor " dedi memnuniyetsiz bir sesle ve yanına gidip telefonu avucuna bıraktı kızın. Sahra onun bu tavrına yalnızca göz devirdi ve telefonu alıp odadan çıktı. Salona yöneldiğinde, cam kenarındaki tekli koltuklardan birine oturup, bakışlarını rüzgarın hafif esintisi ile savrulan ağaçların dallarına çevirdi. Telefonunun melodisi tekrar kulaklarına dolduğunda, ekranı yukarı kaydırıp, telefonu kulağına götürdü. Ancak Mirza gelip karşısına oturduğunda ve dikkatli bakışlarını üzerine diktiğinde hoparlörü açıp, telefonu kucağına bıraktı.

~Çöl Çiçeği ~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin