Kalbimde şu inceden çınlamalar, ruhumdaki kıpırtı, bu sersem hallerim... Hiç hayra alamet değil bilirim. Anladım ki o gözlerde kayboldum ben. O parıltılı bakışlarda bıraktım zamana ait ne varsa. Bu kendimi göz bebeklerinde sanışlarım hep bundan. O gözler çekti kendi masal âlemine beni; seksen günde devr-i alem yaptım, döndüğüm yerde yine sen vardın. Ben Peter sen Heidi oluyordun, çocuk telaşıyla, el ele yıldız yağmurlarında ıslanıyorduk sırılsıklam. Denizler altında yirmi bin fersah gittim, inciler topladım, hiçbiri bir bakışın etmez. Bir masal ki gözlerinde, söze gelmez, akıl sır ermez; Mecnun Leyla, Kerem Aslı, hepsi sanki dünkü dostlarımız, okul yıllarından... Yanımda nice masal kahramanlarıyla, o gözlerde yitirdim yolumu. Görmüşüm bir kere ah! Ben iflah olmam. Şaşkın sevinçlerim, şu kasvetli havalarda aniden gülüşlerim hep bundan...
Naim Tekin
🖤
Mirza'nın katran karası gözlerinden gözlerine dökülen her kırıntı, bir parça ateş yaktı göğsünün sol köşesinde. Niye gelmişti ki bunca vakit sonra. Tam da yokluğunu kabullenmeye başladığı vakitlerde, zihnini işgal eden varlığını bir nebze olsun unutmaya başladığı bir zamanda ne diye çıkmıştı tekrar yoluna. Bilmiyor muydu onların birlikte yürüyebilecekleri yollara aşılmaz duvarlar örülmüştü. Ne diye deşiyordu kabuk tutmuş yarasını.
" Bırak" dedi genç kadın yalvarır gibi. " Bizim bir yolumuz yok artık. Sonumuz geleli ise çok zaman oldu sen de biliyorsun"Mirza itiraz dolu bir baş sallayışla daha çok yanaştı genç kadına. " Bilmediğin şeyler var. Oturup konuşalım, herşeyi anlatacağım sana. Duyduklarından sonra sen de göreceksin bizim yolumuz hala bir. Biz birbirimizin yazısıyız. Bunu değiştirmeye kimsenin gücü yetmez. Senin bile..." Sahra'nın kalbi acı ile kasıldı. Böylesi ağır bir gerçeğin gölgesi örtmüşken kader çizgilerinin üstünü, nasıl oluyor da hâlâ umuttan söz edebiliyordu. Gözünün nuru , bulutların gözyaşına karışmaya devam ediyordu ama neyse ki, yağmur saklıyordu umutsuzca döktüğü damlaları. Bunun için göğe kocaman bir minnet borçluydu.
Kabul etmez bir hareketle başını salladı ve kolunu adamdan kurtarıp kendini yola attı. " Git" dedi bir kez daha , güçlü bir sesle. " Biz bu saatten sonra birbirimize acıdan başka birşey veremeyiz. Anla artık. Bitti. Biz diye birşey yok. İki sene önce bir sonbahar sabahında kaybettik o hakkı"
Yağmura karışan gözyaşları görüş alanını bulanıklaştırıyordu. Üstü başı sırılsıklam olmuştu. Ama tek düşündüğü kalbinin üstüne düşen kaya parçasının ağırlığı ile nasıl baş edeceğiydi. Adamdan uzaklaşmak için ilk adımını attı. Sonra ikincisini. Ve o anda acı bir fren sesi boş sokakta yankılandı. Fren sesi ile birlikte Sahra bir anda kendini özlemi ile yanıp tutuştuğu kolların arasında buldu. Öfkeli birkaç homurtu çalındı kulağına ancak ne olduğunu anlayacak kadar kendinde değildi. Zira adamın kolları tıpkı bir koala gibi sıkıca sarmıştı bedenini. Nefesinin sıcaklığı yüzüne çarpıyordu. Ve aralarındaki yakınlık nedeniyle gözlerini onun karanlık bir kuyuyu andıran göz bebeklerinden çekemiyordu. Genç kadın içinden kendi kendine fısıldadı. " Dökülen yapraklarımı toplamaya mı geldin ey kalbimin güzü, yoksa içimde kalan birkaç sararmış goncayı soldurmak mı niyetin"
Mirza sanki genç kadının bakışlarından içinden geçenleri okumuş gibi cevapladı onu sesli bir şekilde. " Baharın olmaya, çiçeklerini sulamaya geldim. İzin ver yalvarırım. Yüreğim yüreğinde can bulsun yeniden"
Yağmur hafiften dinmeye başlamıştı. O yüzden genç kadın artık istese de gözyaşlarını gizleyemiyordu. Mirza'nın yakıcı parmakları uzanıp yanağına süzülen sıcak damlaları yakaladı. " Ağlama" dedi iç çekerek.
" Ağlama kurak topraklarımda açan güzel çiçek. Ağlama sabah güneşi. Ağlama! Senin tek damla göz yaşına ömür verilir. Tüketme böyle beni"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
~Çöl Çiçeği ~
Lãng mạnTek bir gecede yüreklerine ömürlük bir karanlığı misafir eden iki masum... Karanlıkla büyüyen iki kasvetli yürek...Birisi bir avuç ateşe teslim etti yüreğini henüz sekiz yaşında , diğeri bir avuç zehir yüzünden kapattı kalbini henüz on altısında...