Düşündüğü gibi bir kabusun içinde değildi ne yazık ki , gerçekler acımasız bir şekilde önüne serilmişti. Gözleri durgun bir deniz gibi olabildiğince sakin bakıyordu. Ama ruhu... Ruhu ızdırap dolu bir sancıyla kıvranıyor, yüreği ise can çekişiyordu. Meriç'in sesi akıl sağlığı ile oynuyor, kulakları zonkluyordu. " İşte ailenin katili! Her gece koynunda zehirli bir yılan gibi kıvrılıp uyuyan o adam. Kocan! Anneni ve babanı o aldı senden..." Her adımda biraz daha dönüyordu başı, gözlerine siyah bir perde iniyordu. Omuzları bedenine ağır geliyormuş gibiydi. Kolları iki yanında dermansızca sallanıyordu. Bir elinde ömrünün kâbusu gerçekler, diğerinde koca bir boşluk... Kendini kirlenmiş gibi hissediyordu. Daha bu sabah, ailesinin kanı ile yıkanan o eller dokunmuştu ona fütursuzca. Daha bu sabah o günah kokan ten, tenine karışmıştı. Kokusu sinmişti üzerine ateşine odun atan adamın. En büyük yangını asıl şimdi başlıyordu.
Nasıl bakardı ahirette annesinin yüzüne, babasının şefkatine nasıl sığınırdı. Hangi yüzle... Şimdi kırk tas su ile yıkansa bile geçer miydi üzerine yapışan bu leke...
Halatları zedelenmiş asma bir köprüye benziyordu artık onların sevdası. Ya ipler kopacak yere çakılacaklar, ya birbirlerine tutunup ayağa kalkacaklardı. Herşey gece gözlü adamın iki dudağı arasındaydı. Ya bu duyduklarının yalan olduğunu öğrenecek, yeniden can bulacaktı. Ya da diri diri toprağa gömülecekti.
İçten bir duayı yakarır gibi fısıldadı göğe bakarak. " N'olur gerçek olmasın"
Ne kadar yürüdüğünü bilmiyordu. Tek bildiği gücünün tükenmek üzere olduğuydu. Bir araba durdu yanında uzunca bir zaman sonra. İçinden çıkan çift yardım etmek için yanına yaklaştığında, daha fazla dayanamayıp yere bıraktı zayıf bedenini. Orta yaşlarda sarışın bir kadın belirdi gözünün önünde, sonrası yine sessiz bir karanlık.
Gözünü açtığında bir hastanedeydi. Kimliği çantasında olmadığı için ailesine haber veremediklerini söylüyordu bir hemşire. Sahra onu duymuyordu bile. Usulca doğrulup, ayağa kalktı. Hemşirenin durması yönündeki ihtarlara aldırış etmeden hızlıca dışarı çıkıp bir taksi çevirdi.
Evin yakınlarında indiğinde araçtan, derin birkaç soluk alıp, yürümeye başladı. Adımları ateşe yürür gibi olabildiğince ürkek, olabildiğince korkak ve olabildiğince yavaştı.
Nihayet eve yaklaştığında kapıda dikilen iki korumadan biri onu fark edip hızlıca yanına yaklaştı, diğeri ise içeri koştu. Saatin kaç olduğunu bilmiyordu. Ama hayli zaman geçmiş olmalıydı. Koruma birşeyler söylüyor ama genç kadın onu duymuyordu. Kulaklarında yalnızca Meriç'in sesi. O senin ailenin katili diye haykırıyordu.
Mirza öfke ile yaklaştı üstü başı toz içindeki kadına. İki kolunu sıkıca kavrayıp onu sertçe sarstı. " Neredesin sen. Kaç saattir kafayı yiyorum burada. Korumaları atlatıp nereye gittin. Sahra, sen bana kafayı mı yedirteceksin." Adamın karanlık gözleri düştüğünde göz bebeklerine sertçe yutkundu. Boğazına takılmış bir kılçık vardı sanki. Ne tükürüp atabiliyor, ne yutup sindirebiliyordu.
" İçeri gel konuşacağız" dedi emreder gibi ve adamın kollarından sıyrılıp, kapıya yöneldi. Mirza şaşkınca baktı arkasından bir süre. Sahra kapının ağzında durdu, geriye döndü ve " kimse içeri girmeyecek" dedi Oflaz' a bakarak. "Ne duyarsanız duyun, kimse içeri girmeyecek!" Genç adam şaşkınca " ta-tamam yenge" dedi ve bakışlarını Mirza' ya çevirdi. Mirza ona başı ile onay verdi ve kadının ardından içeri girip, kapıyı kapattı. Sahra salonun ortasında öylece dikiliyordu. " Neler oluyor" dedi Mirza. " Saatlerdir ortada olmayan sensin. Benim sana hesap sormam gerekirken ne bu tavırlar"
Sahra yüzüne bakmadan konuştu. " Bana o gece neler olduğunu anlat. Tüm ayrıntıları ile"
Mirza anlamazca baktı kadının yerde duran yüzüne. " Hangi gece? Neden bahsediyorsun sen" Sahra sanki daha fazla ayakta duramıyormuş gibi, üzerinde büyük antika bir vazo olan uzun bacaklı sehpanın önüne çöktü. " 17 ağustos 2007" dedi. " Kabusumun başladığı o gece, ne oldu? Anlat" Mirza hiçbir şey anlamadı kadının söylediklerinden. " Nereden çıktı şimdi bu. O gece hakkında konuşmak istemediğimi biliyorsun" dedi yokuşa sürerek. Sahra öfke ile yere çarptı o antika vazoyu. " Sana anlat dedim!" diye bağırdı. Mirza şaşkınlıkla donup kaldı bir süre. Ardından " tamam" dedi kabullenen bir sesle" tamam sakin ol, anlatacağım"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
~Çöl Çiçeği ~
RomanceTek bir gecede yüreklerine ömürlük bir karanlığı misafir eden iki masum... Karanlıkla büyüyen iki kasvetli yürek...Birisi bir avuç ateşe teslim etti yüreğini henüz sekiz yaşında , diğeri bir avuç zehir yüzünden kapattı kalbini henüz on altısında...