" Onu benim ömrüme dik Rabb'im, o' benim sana açtığım avuçlarımın çiçeği..."
Sonbahar, ilk kez bir yaprak dökümü değildi onun için. Adamın varlığı sanki baharı müjdeliyordu. Sevgisi kırlarda açan en güzel çiçekleri, gülüşü yazın kavurucu sıcağında insanın içini ferahlatan o bir bardak soğuk suyu ... Sahra, ömründe ilk kez hesapsızca yaşıyor ve korkmadan tüketiyordu zamanı. Adamın yanındayken ne zamandan ne de geçmişten korkmuyordu. Kabusların kapısını çalmasına dâhi izin vermiyordu kocası. Sahra, onun yaradan tarafından acılarına kefaret olarak gönderildiğini düşünüyordu.
Mirza ise yaşamı boyunca hep peşinde olduğu intikamını artık rafa kaldırmıştı. En azından bir süre yalnızca, yaradan'ın günahkar ömrüne hediye ettiği bu güzelliği yaşamayı düşlüyordu. Kadın sanki ömrünün herhangi bir anında verdiği bir sadakanın karşılığı gibiydi. Öyle büyük bir nimetti ki Mirza için, öyle büyük bir huzur vardı ki onun küçük ellerinde, kadının o küçük, narin elleri yuva gibiydi. Mirza, onun ellerini ne vakit elleri arasına alsa kadının parmak uçlarından, tüm bedenine görünmez bir bahar yeli esiyordu. Bir huzur dalgası dolanıyordu şimdilerde kıyılarında. Güneş her sabah onlar için parlıyordu. Rüzgar onlar için esiyor, yapraklar dâhi dalını onlar için terk ediyordu. Doğa onlar için var olmuş gibiydi. Tüm güzellikleriyle, onları mutlu etmek adına yaratılmıştı.
Mirza'nın dededen kalma dağ evinde, küçük bir balayı yapıyorlardı. Sonbaharın en güzel yaşandığı yer bu küçük, şirin dağ evi olmalıydı. Zira genç kadın pencereden dışarıya her baktığında, göğüs olduğunda ılık bir his bırakan, muhteşem bir manzara ile karşılaşıyordu. Hiçbir mevsim daha önce gözüne bu denli güzel görünmemişti. Gerçi hayatının son birkaç haftasını saymazsa, geriye kalan tüm zamanlar onun için kabustan öteye gitmemişti. Bu küçük dağ evinde ve gözlerinin karasında en sıcak mevsimlerin izlerini taşıyan adamın yanında, dünyanın en huzurlu ve en güvenilir yerinde gibi hissediyordu.
Mirza'nın kolları çelik bir halat gibi bedenine sarıldığında, başını geriye itip, adamın geniş omuzuna yaslandı. Nefesini açan ıslak toprak kokusu,her defasında gözlerinin huzurla kapanmasına neden oluyordu. Tıpkı şimdi de olduğu gibi... Mirza'nın yaramaz dudakları yüzünde ve boynunda gezinirken ayakta durmak öyle zordu ki, adamın belini sıkıca saran o güçlü kollarına bir kez daha şükretti. Genç adam sanki ona doyamıyormuş gibi, dudakları her an kadının teninde, elleri her daim bedeninde dolaşıyordu. Sahra artık onun dokunuşlarından utanmıyordu. Aksine adamın bu tutku dolu, arsız hallerine fena halde alışmıştı. Yine de huysuzca mırıldanmadan edemedi. Neredeyse tüm günü evde tembellik ederek geçirmişlerdi. Biraz dışarıya çıkıp, onlara bahşedilen bu muhteşem doğa olayının tadını çıkarsalar hiç fena olmazdı.
" Mirza" dedi fısıltı gibi çıkan yumuşak bir sesle. Sesi genç adamın kulağına bir dua gibi gelmişti.
" Söyle sabah'ım" dedi dudakları hala genç kadının boynunda gezinirken. Sahra aklının uçup gitmemesi için ondan uzaklaşmak istiyordu, ancak adam onu öyle güçlü sarmıştı ki bir milim dâhi kıpırdayamıyordu.
" Yapma şunu artık" dedi isyan eder gibi. Mirza anlamamış gibi yaptı. Sırf onu biraz daha konuşturmak, o ilahi sesini duyabilmek için.
" Neyi yapmayayım ay yüzlüm" diye fısıldadı, nefesi kadının kulağına ılık ılık eserken. Sahra derin gürültülü bir soluk aldı ve kızgın bakışlarını genç adamın yüzüne çevirmek için kafasını arkaya doğru çevirdi. Ancak döndüğü gibi dudakları genç adamın dudakları tarafından hapsedildi. Mirza , çölde susuz kalmış bir bedevî gibi içiyordu kadının nefesini. Tüketircesine, kendine hayat verircesine...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
~Çöl Çiçeği ~
RomanceTek bir gecede yüreklerine ömürlük bir karanlığı misafir eden iki masum... Karanlıkla büyüyen iki kasvetli yürek...Birisi bir avuç ateşe teslim etti yüreğini henüz sekiz yaşında , diğeri bir avuç zehir yüzünden kapattı kalbini henüz on altısında...