İki bölümü aynı ayna yükledim, yani bir karışıklık olmuşsa ve bir öncekini okumadıysanız geri dönmeye unutmayın, iyi okumalar!
Karanlık çökmeye başladığında ve gökyüzü gölge bir laciverte büründüğünde, arabamı henüz çalıştırmıştım. İçerisi sıcaktı ancak bedenimdeki ürpertinin de farkındaydım. Kumsaldaki rüzgâr üşütmeme neden olacaktı. Bu düşünce aklıma annemi getirdi ve tam o anda çağırmışım gibi annemin ismi telefon ekranında yanıp sönmeye başladı.
"Merhaba anne," dedim.
"Merhaba canım. Sadece merak ettim."
"Gelmek üzereyim," diye cevap verdim.
"Sen, iyi misin? Sesin iyi gelmiyor," dedi. Refleks gibi hemen sırtımı dikleştirdim.
"Sanırım biraz üşüttüm ve Sophia'yı da eve bıraktım, yani yol beni biraz yormuş olabilir. Kapatsam iyi olacak, birazdan evde olurum."
"Ah, pekala. Harika bir kek yaptım, soğumadan evde ol. Seni seviyorum."
Telefonu kapattıktan sonra gülümsemeden edemedim ve düşündüm. Leah Clearwater neden o boşluğu sevdiği insanlarla dolduramıyordu? Sam Uley neden yapamamıştı bunu? Her şey kendini öldürmekten daha mı kötüydü, daha mı dayanılmazdı? Bu soruların hiçbiri onlarla ilgili değildi. Ben, kendi geleceğimle ilgili cevaplamaya korktuğum tüm soruları onlar üzerinden yansıtıyordum yalnızca. Korku ve umutsuzlukla direksiyonu sıkıca kavradığım an yolun kenarında onu gördüm ve bir saniye bile düşünmeden durdum.
Bir kütüğün üzerinde oturuyordu. Beni görünce kalktı ve birkaç adım attı. Bu açık bir davetti. Kalbim şiddetle çarparken arabadan indim. Tüm bedenimin titrediğini hissediyordum ve sakin kalmak o kadar zordu ki... O hayal gibiydi. Lacivert gökyüzü, ağaçların yola düşürdüğü gölgeler, sonbahar rüzgârı... Hepsi Seth Clearwater ile uyum içinde, mistik bir piyesin en can alıcı sahnesi gibiydi. Yumuşacık saçlarının rüzgarla dağılışına dikkat ettim; küçük ve yorgun gözlerine, dokunsam hissedebileceğim sevgisine, önüme öylece sunulmuş bağlılığa ve çaresizliğe.
"Seth," diyebildim yalnızca. Ona sarılma isteğiyle kıpırdanıyordu omuzlarım ancak birkaç adım ilerlemekle yetindim.
"Ben," dedi yumuşak sesiyle. "Cenazeye geldiğin için teşekkür ederim."
"Neden bunu orada yapmadın?" diye sordum, nedenini bilmeden. Sadece merak ediyordum. O kumsalda oturduğum sürenin her dakikasından haberdardı ve neden şimdi burada olduğunu merak ediyordum.
"Karşına çıkmayı planlamamıştım."
Bunu duymak zordu çünkü tek bir anlamı vardı; Seth beni görmeyi düşünmemişti. Düşünmemişti çünkü nasıl olsa beni sürekli gözlüyordu. Öte yandan ben onun hayaliyle lanetlenmek zorundaydım.
"Yani gidecek miydin? Öylece?"
Sesimdeki kırgınlığı saklamaya çalışmıştım ancak içimdeki kırık parçalar her kelimemle birlikte çatırdıyor gibiydi. Onun bunu yapmayı düşünmesi içimdeki son kalenin düşmesine neden olmuştu. Gözlerim ıslanıyor, dudaklarım titriyordu ve önüne geçemiyordum. Bizimle ilgili her şey dağılıyordu. Bunu yapabileceğine olan inancım ancak şimdi ortaya çıkmıştı ve o kabulleniş fırçası, tüm anılarımızı, Seth Clearwater'ın bana gülümsediği tüm yaşantıları bir boyayla uğraşır gibi dağıtmıştı.
"Ben," dedim acınası bir çabayla ve sustum. Orman, ağaçların yaprakları, sallanıp duran metal bir teneke ve onun dışındaki her şeyde göz gezdirdim. Ona bakarken onu ne kadar özlediğimi hatırlamamak güçtü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KURT
Người sóiKurt'un gözleri tanıdıktı. Seth Clearwater & Bree Tanner *Alacakaranlık Hayran Kurgu* -Tamamlandı-