Önceki bir bölümü okumayı unutmayın...
Yağmur damlaları evimizin çatısını tırmalıyordu.
Yattığım koltukta sıkıntıyla dönüp durduktan sonra en sonunda ayaklanmaya karar vermiştim. Pencerenin yanına sindim ve dışarıdaki yağmuru izledim. Birkaç gündür kararsızlıkla yağan yağmurun bugün şiddetini arttırması ne büyük talihsizlikti. Yaz günlerinin sonuna geldiğimizin işaretiydi bu.
"Mevsimler burada epey güzel geçiyor ancak sen memnun değil gibisin," dedi annem beni izlerken. Ona döndüm ve ironi yapmadığından emin olmak istedim. Gerçekten de halinden memnun görünüyordu. Mutfak kapısını aralamıştı; içeri giren ılık rüzgâr ve yağmur sesi eşliğinde kitabını okuyordu. Arkasındaki pencereye ve sislerin izin verdiği kadar görünen ormana baktım. Sahiden de hoş bir bütünlüktü bu.
"Umarım çok sürmez," dedim yağan yağmura bakarken. Annem gülümsedi.
"Öğleden sonra kesileceğine eminim. Henüz çok erken. Burada sabah saatlerinde daima yağmur yağıyor."
"Bir şeyi unutuyorsun," dedim bilmiş bilmiş ona bakarken. "Yağmurlar daima düğünleri mahveder."
"Vay canına," dedi ve henüz yudumladığı kahvesini masaya bıraktı. "Nişanlanacaklarını sanıyordum."
"Öyleydi," diye cevap verdim. "Ancak uzun zamandır birlikteler ve herkes biliyor, neredeyse resmi sayılır. Bu yüzden nişan aşamasını gereksiz bulduklarına karar verdiler."
Annem onaylamıyormuş gibi kaşlarını çattığında korkulu ifadesi karşısında gülmeden edemedim. Onun ne düşündüğünü tahmin etmek zor değildi. Kuruntulu ve şüpheci davranışları çok belirgin olmadığı zamanlar komik görünebiliyordu. Babam onunla sık sık dalga geçerdi bu yüzden.
"Çok küçük değiller mi? Umarım acele etmelerini gerektirecek bir durum yoktur."
Tam olarak neyi ima ettiğini biliyordum. Çoğu zaman insanın aklına ilk olarak bu gelirdi ancak Kim, bunun Quileuteler arasında yaygın olduğunu ve normal karşılandığını söylemişti. Biraz düşünüldüğünde, bunun altında yatan nedenleri görmek zor değildi. Mühür her şeyi netleştiriyordu. Şüphe, güven problemleri ya da aşk üçgenleri yoktu. Hal böyle olunca insanlara düşünmek ve beklemek için bir sebep kalmıyordu.
"Yirmilerinin başlarındalar," diye cevap verdim. "Ve bunu zorunluluktan değil, istedikleri için yaptıklarına eminim."
Annem omuz silkti ve tekrar kitabına döndü. Ben de bir süre daha yağmurun yolu parlatmasını izledim ve sonrasında yapılacak en iyi şeyin kütüphaneye gitmek olduğuna karar verdim.
***
Kütüphaneye gelmeyeli uzun zaman olmuştu. Birkaç aydır buraya uğramıyordum. Babam her hafta sonu üniversitenin kütüphanesinden aldığı bazı kitaplarla geliyordu. Buradaki kütüphane ise üniversiteye nazaran epey sınırlıydı. Her iki tarafta da bulamadığım bir kitap olduğunda ise soluğu Port Angelas'da alıyordum; Bayan Wright'ın bir kitabı istetmesi haftalar alıyordu. Bu nedenlerle Forks kasabasına ait bu küçük kütüphanenin pabucunun dama atıldığını söyleyebilirdim. Ancak, burada insanı saatlerce okumaya iten farklı bir bütünlük olduğunu inkar edemezdim. Kalabalık yapmayan ahşap raflar, pencere pervazına dayanmış masalar ve ormana bakan o koyu yeşil manzara...
Kütüphane görevlisi ortalıkta görünmüyordu. Bu yüzden ziyaretçi defterini kendime çektim ve en alta ismimi yazdım. Birkaç aydır gelmiyor olmama rağmen bir önceki Bree Tanner isminin altına yalnızca beş farklı ismin yazıldığını gördüm, ardından benim ismim tekrarlanıyordu. Küçük bir kasabada olmamız bir kenara, artık kütüphane devrinde yaşamadığımızı görebiliyordum. Yeni gelen kitaplarda göz gezdirdim ve ilgimi çeken bir şey olup olmadığına baktım. Sonunda eski Afrika masallarıyla ilgili bir kitapta karar kıldım ve bomboş masaların arasından kendime bir yer seçip oraya oturdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KURT
Hombres LoboKurt'un gözleri tanıdıktı. Seth Clearwater & Bree Tanner *Alacakaranlık Hayran Kurgu* -Tamamlandı-