Uzun, beyaz kapıdan içeri girdiğimde küçük mutfak hemen gözüme ilişti. Düz koridorda birkaç adım ilerledikten sonra mutfağa açılan ilk kapıdan girdim ve L şeklinde duvara sıralanmış tahta dolaplar, bir de bu dolapların altına yerleştirilmiş uzun bir pencereyle karşılaştım. Dolaplar gibi tahta ve eskiydi. Cam kim bilir ne zamandır silinmemiş olmalıydı ki üstünde başka bir tabaka sayılabilecek kadar kir, toz barındırıyordu.
Dolaplardan birinin kapağını kendime doğru çektiğimde, korkunç bir gıcırtı kulaklarımı doldurdu. Tozlu raflara uzanıp elime geçen ilk bardağı dışarı çıkardıktan sonra dolap kapağının tokmağını serbest bırakıp aynı gıcırtının bir kez daha yayılmasına izin verdim. Bardağı musluktan akıp akmamak arasında kararsız kalmış suyun altına tuttum ve içim rahat edene kadar yıkadım. Sözde burası Sam'in eviydi ancak burada yaşamadığına emindim.
Sadece bir yudum su içtim ki, sadece boğazımın yumuşaması yeterliydi. Bardağı sudan geçirip tekrar dolaba yerleştirdikten sonra bir süre daha mutfakta oyalandım. Pencereden dışarısını izledim, daha çok Sam Uley'e bakındım. Oturduğumuz yerden hayli uzak görünüyordu ama şimdi onun yüzünü net bir şekilde görebiliyordum.
Fiziksel olarak çöktüğünü tahmin etmiştim ama böylesine iri ve sıkı bir bedenin bile sağlıksız görüneceğini hayal etmemiştim hiç. Gözaltı morlukları bulunduğum noktadan bile görünebiliyordu ve yanakları... Kemiklerinin üzerine örtülmüş ince bir saten kumaş gibiydiler. Sanki her an yüzünden kayıp gidebilecekmiş gibi zor tutunuyorlardı oraya. Tıpkı dökülmeye yüz tutmuş siyah saçları gibi...
Bizim gibi olan diğer gençleri düşünüyordum. Onlar mutluydular, sağlıklıydılar. Yani, hiçbiri kontrolsüzlüğün bir kurbanı gibi görünmüyordu ancak Emily Young mutsuzluk veren bir anıymış gibi düşüncelerden uzaklaştırılamazdı. Ama bende Seth'i uzaklaştıramazdım. Böyle bir şey yaparsam belki daha az zarar görürdü ama her şekilde sonuç anlamsızlığa varıyordu. Yalnız olmak istemiyordum. Onunla olmak istiyordum. İnsanların bu dünyadan hiç gidemeyeceğini sanıp dikkatsiz ve düşüncesiz davranmaları gibi bir gaflete düşmeliydim. Bundan şimdi yararlanmam gerekiyordu.
Derin bir nefes aldım ve gözlerimi Sam Uley'in bir harabeden farksız bedeninden ayırıp pencereden uzaklaştım. Arkamı döndüğümde Colin denen çocuk mutfak kapısından içeri girmek üzereydi. O an kapana kısıldığım gibi bir hisse kapıldım. Oysaki onu gözümde büyütmüyordum bile.
Beni gördüğünde beklediğim o Hannibal Lecter ifadesinin aksine şaşırmış gibi birkaç saniye suratıma baktı. Bunu yaparken yavaş adımlarla aramızdaki mesafeyi kısaltıyordu. Onunla konuşmadan yanından geçip gitmeyi düşündüm ancak bu beklenti dolu bakışlarına saygısızlık olurdu ve o kadarda saldırgan olmayan görünüşüne kanmış olmalıyım ki, bir şans vermeyi geçirmiştim aklımdan. Bu yüzden sessizce bekledim.
"Colin," dedi gözlerini kısarak. "Colin Littlesea."
Elimden geldiği kadar rahat görünmeye çalışarak kollarımı serbest bıraktım.
"Bree Tanner. Eminim beni tanıyorsundur," dedim imalı bir ses tonuyla. Hakkımda sınırlarını aşacak kadar konuştuğuna göre bunu söylediğim için kırılmazdı sanırım.
Söylediğim şey karşısında kaşları biraz havaya kalktı, ardından bu ifadeyi aynı şaşkınlığın izlerini taşıyan gülümsemesiyle tamamladı.
"Elbette, tanıyorum. Son birkaç aydır kabile arasında hayli meşhursun. Ya da kabileler arasında demeliyim."
Onun ne demek istediğini anlamaya çalıştım. Pekâlâ, anlamadığım bir nedenden dolayı Seth'in ailesi arasında adımın sık sık geçtiğini biliyordum ancak kabile ya da kabileler derken neyden bahsetmişti? Ya da neden bundan büyük bir olay gibi bahsetmişti?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KURT
Manusia SerigalaKurt'un gözleri tanıdıktı. Seth Clearwater & Bree Tanner *Alacakaranlık Hayran Kurgu* -Tamamlandı-