0.4

10 1 0
                                    

"Üzerinde ne yazıyor?"

"Ne diyorsun?" dedim çayları doldururken.

"Kıyafetinin üzerinde ne yazıyor?"

Kafamı kaldırmadan cevap vermiştim.

"Kör müsün?"

"Türkçe anlamını soruyorum,"

"Öğren öyleyse," dedim sertçe. Babam aramızdaki gerginliği farketmiş olacak ki, Emre'yi yanına çağırmıştı. Bende ardından çayları götürmüştüm. Daha sonrasında da tekrardan odama kapanmıştım.

Emre benden 3 yaş büyüktü. Ama daha olgun olması gerekirken bana göre çekilemez bir karaktere sahipti. Bu yüzden küçüklüğümüzden beri iyi anlaştığımız söylenemezdi.

Hazırladığım ders çalışma programını önüme koydum ve boş boş baktım. Ne zaman doğru düzgün çalışmaya başlayacaktım? Umarım, sınava bir ay kala bütün konular bitmiş olur. Yoksa topukla bu evden Selin Seren, topuklayabildiğin kadar topukla!

Dolabımın altından pembe ve siyah bavulumu çıkardım. Aslında iki bavul götürmeyecektim. Pembe olan bavul babamın, siyah olan ise rahmetli dedemin hediyesiydi. İkisini de çok seviyordum, ancak siyah liseye başladığımdan beri en çok tercih ettiğim renk olmuştu.

Dolabımı açıp en çok kullandığım yedek siyah kotumu ve spor ayakkabılarımı almıştım. Renkli ve sade kazaklarımı da pantolonlarımın üstüne yerleştirmiştim. Krem kabanımı, hırka ve pijamalarımı da en üste yerleştirmiştim.

Fön makinesi ve kişisel bakım eşyalarımı da koyup bavulumu kapatmıştım.

Bavulu odamın kenarına yerleştirirken, kullanmadığım pembe bavulumu da yerine yerleştirmiştim.

"Selin, baban çağırıyor."

"Tamam," diyerek anneme yönelmiştim. Odamın ışığını kapatıp babamın yanına gittiğimde Emre ile bir konu hakkında konuşuyorlardı.

"Ha Selin, gel kızım."

Babam yanını açarken gülümseyip yanına oturdum.

"Efendim baba?"

"Sen yabancı dil dersi almayı çok istiyordun, değil mi?"

"Evet,"

Babamın gözleri parlamıştı. Aklındaki düşünce tam olarak neydi, bilmiyorum ama Emre ile alakalı olduğu kesindi. Çünkü babam Emre'ye bakıyor, gülümsüyor ve elindeki telefondan bir şeyler gösteriyordu.

"Bu diller mi?"

"Evet, bu diller amca. Belirli günler içerisinde birkaç saat sürüyor sadece,"

Hah! Şimdi yandın Selin Seren.
Hadi bakalım, kolay gelsin!
Kolaysa başına gelsin iç ses.

Olayı hâlâ anlamamış gibi davranıyor, ve babamın anlatmasını bekliyordum. Nereden çıkmıştı bu? Tabii ki de şu çok sevdiğim kuzenimin fikriydi, net!

"Hangi ders peki güzelim?"

"İngilizce veya Almanca," dedim soğuk bir şekilde. Evet, her şeyden memnun kalmayan şımarık bir kız gibi gözükebilirdim. Ancak kuzenim dediğim şahsı sevmiyordum, sevmek zorunda da değildim.

"Çok şanslısın kuzen, benimle aynı sınıflarda olacaksın."

"Aman, Allah korusun!"

Ani tepkimle babam tamamen bana dönmüştü. Emre de karşımda sırıtıyordu.

"Yani diyorum ki, aman Allah bizi felaketlerden korusun."

Babam gülümseyip Emre'ye dönmüştü. Emre de sırıtan yüzünü ciddileştirip babamın gözüne girme çabasındaydı.

Allah'ım sabır ver, yoksa öldüreceğim.

Annem salona gelirken seslenmeye başlamıştı.

"Tatlılar mis gibi!"

"Yaşasın, en sevdiğim!" deyip babamın yanından fırlamıştım. Amacım annemin yapmayı deneyip bir türlü tutturamadığı tatlıyı yemek falan değil, basbaya babamın yanından kaçmaktı.

"Eh, yandık aslanım." dedi babam, Emre'nin sırtını sıvazlayarak.

"Yengen bugün de işkence uygulayacak," diye devam ettirdi. Emre de gülüyordu.

Ne komik!

"Ya Cihat! Valla kanepede uyursun,"

"Tamam, bir şey demedim hayatım."

Favori çiftim mükemmelliğini döktürüyordu yine. Şu Emre gereksizi de olmasaydı, ne güzel olacaktı!

Tatlıları annemin elinden alıp servis ederken Emre'ye uzatırken, kendimi tekrardan rahatsız hissettim. Bakışları çok rahatsız ediciydi. Lütfen, bitsin şu gün artık!

"Hayatımda hiç bu kadar güzel bir tatlı yemedim," derken babama hepimiz gülmüştük.

Eh beyler, bu lafım size.
Eğer seviyorsanız en kötü tatlısına bile güzel diyin.

Ve kızlar, eğer seviyorsanız Allah aşkına kötü yemeklerinizi yedirecek kadar eziyet etmeyin. Çin işkencesi gibi oluyor çünkü.

BERCESTEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin