2.5

3 0 0
                                    

Geniş askılı, dizinin üzerinde biten mavi elbisesi gözüme oldukça hoş gözükmüştü. Evet, şuan annem aynanın karşısında hazırlığının son dokunuşlarını hallediyor, bende ona bakıyordum. "Yemekler dolapta. Isıtıp yersiniz," diyen anneme kaşlarımı çatarak baktım. "Neden evde sadece ben kalmıyorum?"

Annem dudaklarına hafif dokunuşlarla sürdüğü rujunun kapağını kapatıp çantasına atarken, bana dönüp konuşmaya başladı. Konuşmaya girerken ki kaşlarının çatılışı yine yenik düşeceğimin göstergesiydi. "Baban öyle istiyor Selin,"

Annemin ciddi olan sesi bütün moralimi düşürürken asla vazgeçirtemeyeceğimi çoktan anlamıştım. Aklımda tek bir plan vardı, aksi taktirde o plan da olmasaydı asla bu kadar sakin kalamazdım. Kendi kendime haince gülümserken odasından çantası ve elinde ki beyaz siletto ayakkabıları ile çıkan anneme baktım.

"Peki," dedim duraksayarak. "Bizimkileri çağırsak olur mu?" diye sordum anneme, meraklı gözlerle. Yere bıraktığı ayakkabılarını yavaşça giyerken kafasını kaldırmadan dudaklarını aralayıp konuştu. "Sizinkiler? Kimler mesela?"

Annemin arkadaşlarımı sürekli sorgulayışını bir türlü anlamıyordum. Kuzenim Emre ile aynı evde saatlerce olacak olmamı sorgulamayıp, arkadaşlarımı sorgulaması da ayrı bir çelişkiydi. "Buse, Selin, Furkan ve Burak. Birde üst komşunun kızı Melis falan. Geçen sefer ayak üstü tanışmıştık,"

Annem çalan telefonunu açıp, "geliyorum hayatım. 5 dakikaya kapıdayım," diyerek hızlıca telefon konuşmasını sonlandırdı. Kapıya doğru ilerleyip suskunluğunu devam ettirirken şaşkın gözlerle ona baktım. Kapıya ulaştığında bana sarılmak için döndü ve kulağıma fısıldadı. "İyi eğlenceler diliyorum fıstığım. Ha bu arada tabii ki arkadaşlarını çağırabilirsin,"

İçimdeki kazanmışlık zaferinin verdiği coşkuyla anneme kocaman gülümsedim, sarıldım ve öptüm. Annemi gönderdikten sonra kapıyı kapatıp telefonumu almak üzere hızla odama koştum. Bugün olabildiğince evi kalabalık yapacaktım, Emre ile asla yalnız kalmak istemiyordum, ve kalmayacaktım.

Koşar adımlarla odama girdikten sonra, çalışma masasının üzerinde bulunan pizza kılıflı telefonumu elime aldım ve çağrılara girdim. İlk olarak Buse'yi tuşladım. Birkaç çalıştan sonra Buse açtı, ve bu akşam bize gelmelerini, hep beraber eğlenecek olmamızı, diğer çocuklara da Buse'nin haber vermesi gerektiğini anlattım. Ama aslında Mustafa'yı, Buse'den önce ben arayacaktım. Buse'ye, Mustafa'yı ayrı arayacağımı söyleseydim yanlış anlayabilirdi. Aslında artık yanlış anlayacak bir pozisyonu yoktu, çünkü Emre'nin de bizde olacağını duyduktan sonra pek bir Mustafa'yı düşünür hâli kalmamıştı. Emre'ye ilgi duyduğu her halinden belliydi. Ancak bu ilgi, bana göre herhangi bir hoşlantı belirtisi değildi. Çünkü Buse, bana bile böyle ilgili davranırdı. Yeni tanıştığı insanlara karşı hep böyleydi, ve Emre ile de çok uzun zamandır tanışmıyorlardı.

Buse'nin kabul etmesinden sonra hızla telefonumu kapatıp Mustafa'yı tuşladım. Kulağıma dayadığım telefonumu dinlerken, operatörden klişe bir ses duydum.

"Aradığınız aboneye şuanda ulaşılamıyor, sinyal sesinden sonra mesaj bırakınız."

Daha sonra da ezberlemeye çalıştığım ancak bir türlü ezberleyemediğim ingilizce söyleşi. Çağrıyı sonlandırdıktan sonra nasıl olsa görüp beni arayacaktır düşüncesiyle telefonumu bir kenara koyup kendimi mutfağa attım. Evet, akşam için bir şeyler hazırlayacaktım. Annem zaten bizim için yemekler yapmıştı, ancak biraz tatlı da fena değildi. Koyduğum telefonumu tekrar elime alırken canım sıkılınca yaparım diye kaydettiğim çikolatalı tatlılara girdim, ve bonibonlu çikolatalı pasta tarifine girdim. Malzemelerden eksik olan bir kutu süt ve biraz bonibondu. Tarifin ekran kaydını aldıktan sonra odama geçtim, ve üzerime siyah bir tayt geçirdim. Salaş bir tişört ve üstüne de ince bir ceket aldıktan sonra cebime telefonumu atıp spor ayakkabılarımı giydim. Annemin bana bıraktığı bir miktar paradan da bana yetecek kadar alıp yola çıktım.

Birkaç sokak ötemizde, Nuray Abla'nın karşısında olan bir market vardı. Nuray Abla diyorum, her seferinde tarif ederken de böyle derim. Nuray Abla, bizim mahallemizin hem ablası, hem de biricik eczanesidir. Yaşlılara ilaçlarını ücretsiz verip, aciliyeti olan hastalardan da asla para istemez. Bu kadar da güzeldir gönlü. Birkaç kez ateşlendiğimde ilaçlarımı alırken para istememiş, ancak ben zorla vermiştim. Bende sevmezdim böyle şeyleri. Emek veren emeğinin karşılığını sonuna dek alacaktı, öyle değil mi?

Marketin bulunduğu sokağa geçtiğimde önce Nuray Abla'ya baktım. Eczanenin içerisi oldukça kalabalıktı. Normalde ona selam vermeden geçmezdim, ama şimdi oldukça yoğundu. Bu kadar yoğunluk arasında birde benimle uğraşsın istemezdim doğrusu. Dönüşte bir ihtimal selam veririm düşüncesi ile markete girdim. İlk reyonlarda gördüğüm sütlerin arasından tam yağlı olanlardan bir tane alıp şekerler reyonuna geçtim. Gördüğüm jelibon reyonunun önünden öyle dümdüz geçemeyerek market sepetime birkaç tane sallayıverdim. Bende buydum işte. Hâlâ kolalı jelibonu tek seferde yemeye kıyamayacak küçük bir kız çocuğuydum.

Bonibonları gördüğümde hemen reyonun önüne atıldım ve birkaç paket sepetime salladım. Her zaman ekstra şeyler eklemeyi severdim. Hayatta böyle değil miydi zaten? Bizim ekstralarımızla doluydu hep. Meyve soslarından da bir tanesini sepetime yolladıktan sonra doğruca kasaya geçtim. Marketin camından öylece bakarken eczanenin önünde oturan siyah kapşonlu biri çekti dikkatimi. Oldukça hasta ve bitkin gözüküyordu. Normalde Nuray Abla'nın dikkatini çeker ve elinden geldiğince yardımcı olurdu. Ama bu sefer bu işte bir terslik vardı. Nuray Abla'nın dükkanının boşalmasına rağmen, dükkanın önünde bitkin bir şekilde oturan hatta mayışan genç, Nuray Abla'nın göz hizasında değildi. Garip şeyler oluyordu.

Kasiyerin sesiyle kendime gelirken, cebimdeki 20 tl'yi kasiyere uzattım. "Buyrun," diyerek uzattığı fişimi ve para üstümü alıp cebime yuvarladıktan sonra gözlerim eczanenin önünde oturan çocukta olarak poşeti bir hızla alıp çıktım.

Marketten çıkıp eczaneye doğru yöneldiğimde caddeden geçen son arabayı bekliyordum. O da geçtikten sonra direkt karşıya geçecek, ve siyah kapşonlu gizemli adama bir şekilde yardım edecektim. Ne de olsa yardım eden, yardım bulurdu. Geniş çaplı bir kamyon geçtiğinde, eczaneye çevirdim gözlerimi. Ancak siyah kapşonlu çocuk ortalarda gözükmüyordu. Işınlanmış mıydı yani? Neydi bu şimdi? Anlamsız bakışlarla eczaneye doğru ilerledim ve içeriye girdim.

BERCESTEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin