"Ne oluyor burada?"
Organize sahibi de yanımıza gelmişti. Bunun ne işi vardı burada? Mustafa ile her ne alakası vardı bilmiyorum ama çok sinirlendiğim kesindi.
Mustafa sakinleştiğinde suyu uzattım. Hafiften tebessüm ederek bardağı aldı ve bir iki yudum içti.
"Sana bir zararı dokundu mu?"
Derin bir nefes aldım ve konuştum. "Hayır, dokunmadı. Her neyse ben daha fazla burada bulunmak istemiyorum, eve gitmem lazım."
"Beraber gidiyoruz!"
Mustafa'nın sesiyle irkildim. Birden ayaklandı, "nereye Mustafa? Benim için herkesin partisini mahvetmek zorunda değiliz!"
"Mahvedeceğimiz ne belli? Sadece ikimiz gidiyoruz,"
Şaşkınlıkla Mustafa'ya baktım. Ne diyordu bu yine? Allah'ım şu gece bir bitsin artık, yalvarırım.
"Ne?"
Bir güç bileğimden tutup çekiyordu. Allah'ım, bu lütfen Mustafa olmasın. Lütfen, lütfen, lütfen. Lütfen Buse'nin önünde beni götürüyor olmasın. Bileğimden aşağı inen parmakları parmaklarım ile birbirine kenetlenmişti.
"Selin,"
Kapıya doğru yaklaşırken Buse'nin hayal kırıklığı ile dolu olan sesi yakalamıştı beni. Çok üzgündüm, yemin ediyorum çok üzgündüm.
"Gidiyor musunuz?"
Buse'nin buruk sesi içimi parçalıyordu adeta. Parmaklarımı, Mustafa'nın parmaklarından bir türlü kurtaramıyordum. "Mustafa yapma, yalvarıyorum ona bunu yapma!"
Mustafa'nın kulağına fısıldadıktan sonra ona küçük bir çocuk gibi bakmama dayanamamış, elimi bırakmıştı. Arkamı döndüğümde Buse, Furkan ve Burak şaşkınlıkla bize bakıyordu. Tek bir fark vardı. Furkan ile Burak gülerek, Buse gözleri dolu bir şekilde bakıyordu. Üzgündüm, çok üzgündüm.
Hemen Buse'nin yanına gittim ve kulağına doğru eğildim. "Yalvarıyorum, yanlış düşünme."
"Yanlış düşünmüyorum. Senin gibi eşsiz bir güzellik varken bana bakacak değil,"
"Ya Bu-"
Sesimi kesen ses mikrofondan geliyordu. Kafamı çevirdim ve sahneye baktım. Organize eden şahıs yine oradaydı. Yani benim tahminimce oydu.
"Sevgili dostlarım, hepiniz hoşgeldiniz!"
Büyük bir alkış sesi koptu. Ne çok seveni vardı bu şahsın. Etrafa yapmacık gülücükler atmaya devam ederken konuşmak için mikrofona eğdi dudaklarını.
"Bildiğiniz üzere, okulumuzun vakıf kurma projesini ben üstlendim ve hayata geçirdim,"
"Ne?"
Ani şaşkınlığım, Mustafa'da da dahildi. O da en az benim kadar şaşkındı. "Şu çok bahsedilen vakıf şeysini mi üstlenmiş bu kadın?"
Furkan'ın sorusuna başımı salladım. Hepimiz şaşkındık, topluca şaşkındık.
"Ve bu vakfımızın ilk yıl dönümü kutlama partisi! Bol bol eğlenin, çılgınca dans edin!"
Tekrar bir alkış partisi.
"Ve son söylemek istediğim bir şey var,"
Herkes merakla onu dinliyordu, ben ise dinlemiyordum. Bu kadında sevmediğim negatif bir enerji alıyordum.
"Erkek kardeşim de burada, ve o iyi ki var. İyi ki geldi. Bildiğiniz üzere, evet ailemle görüşmediğimi söylemiştim, ama o sürpriz yapıp geldi. Hoşgeldi!"
Tekrar bir alkış. Peki, bundan bize neydi? "Kardeşinden bize ne?" dedim Furkan'a bakarak. Beni onaylarcasına kafasını tekrar genç kadına çevirdi.
"Bu vakfı kurmamın en büyük sebebi o! En büyük hayalimizdi. Ve bu vakfı bugün ona hediye etmek istiyorum,"
Kocaman alkışlar, helal olsunlar, böyle abla yok be diye coşanlar.. Hepsi bir aradaydı, neydi bu Yaren Alaybeyi sevinci? Kimdi bu kadın?
"Ve izninizle,"
Kafamı tesadüfen Mustafa'ya çevirdim. Hiç sesi çıkmıyordu. Neler oluyordu?
Kafamı tekrar sahneye çevirdiğimde kadının elinde kırmızı bir kurdele ile bağlanmış sözleşme belgelerini gördüm. Artık bitseydi şu hediye faslı da gitseydik.
"Mustafa," dedi. Şaşkınlıkla kafamı çevirdim.
"Mustafa Alaybeyi,"
"Ne?"
Şaşkınlığım sadece dudaklarımdan dökülen tek bir kelime, iki harfti.
Nasıl olurdu? Mustafa yavaşça sandalyesinde kalktı ve kapıya doğru yöneldi.
"Mustafa affet beni, affet ablacığım. Yalvarıyorum affet!"
Gözyaşları içinde konuşamayan kadına baktım. Sahnede, mikrofon önünde Mustafa'dan af diliyordu.
Mustafa arkasını döndü, ve bana baktı. Bana baktı. Mustafa niye bana baktı? Neyse şimdi bunu düşünmenin zamanı değildi. Ayağa kalktım, Mustafa'nın yanına gittim.
"Olay her ne bilmiyorum ama bunu ona yapma. En azından burada herkesin içinde yapma,"
Mustafa kafasını tamam dermişcesine salladı ve sahneye doğru yöneldi. Gidiyordu. Mustafa Alaybeyi gidiyordu. Evet, hiç soyadıyla hitap etmediğim Mustafa Alaybeyi, çok mühim bir adamdı.
"Mustafa Bey, çıkışta röportaj yapabilir miyiz?"
"Mustafa Bey, bir poz lütfen!"
"Mustafa Alaybeyi!"
Kameraman ve basın, Mustafa'nın önünü kesmişti. Güvenlik görevlileri gelip paparazileri çektiklerinde Mustafa sahneye yöneldi.
Hafif bir tebessüm ile ablasına sarıldı ve kulağına bir şeyler fısıldadı. Ablasının yüzü hafiften bozuldu, gülümsemeye çalıştı. Acaba ne demişti? Mustafa mikrofonu eline aldı ve derin bir nefes çekti.
"Öncelikle hepiniz hoşgeldiniz arkadaşlar. Evet, ablamın dediği gibi bir vakıf açmak bizim en büyük hayalimizdi. Ancak ben ablamı yıllar sonra şuan görüyorum, ve dolayısıyla bu vakıfın kurulumunda da, ilerlemesinde de pek bir katkım yok. Sizin de müsaadenizle ben bu hediyeyi kabul etmiyor, ve ablama takdim ediyorum. Güle güle kullan ablacığım, şans seninle olsun!"
Mustafa sahneden inerken Yaren denen şahıs öylece kalmıştı. Yaren Alaybeyi demiyorum, çünkü o Alaybeyi soyadını bile hak etmiyordu.
Mustafa kolumdan tutup ilerlerken anlamayan bakışlar attım. Bu konuyu onunla konuşmanın vakti gelmişti, ama şuan ne yeri, ne de zamanıydı. Şuan Mustafa'nın bana ihtiyacı vardı. Birde ben darbeleyemezdim onu.
Her şeyin bir sonu vardı işte. Mutluluğun da, hüznün de, acının da, aşkın da. Her şeyin sonu vardı. İnsanın da sonu vardı. Ve bu, Buse'nin sonuydu. Birde benim sanırım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BERCESTE
ChickLit"Hepimiz kendi gezegenimizde yaşıyoruz. Peki, ya bu gezegene bir başkası girmeye çalıştığında? Belki kapılarımızı kapatıyoruz suratına, ama ya zorla girmeye çalışıyorsa? Ya da o sizin kaderinizse ve siz kaderinizi değiştiremiyorsanız? Belki de farkl...