Yanı başımdaki sehpa üzerinde durup, çalmakta olan telefonumun yan tuşlarından birine basıp ters çevirdim. Şuan beni arayan her kimse bakamazdım. Bakamayacak kadar yorgundum. Ardından telefonum iki kez daha titremeye devam ettiğinde, gözlerimi araladım ve ısrarla arayanın kim olduğuna bakmak için telefonu çevirdim.
Arayan Buse'ydi. Kaşlarımı çatıp dudaklarımı kıvırdım ve gözlerimi açmadan, tahminimce cevaplama tuşuna bastım diye düşünüyorum. Telefonu kulağıma yerleştirdiğimde Buse'nin sesini duymuştum. Demek ki doğru tuşa basmışım.
"Efendim?" dedim yorgun sesimle. Karşımda "tünaydın, keşke kalkmasaydın!" diye cırlayan Buse'yi görünce derinden bir of çektim. "Bugün buluşmuyor muyuz?" diye sorguladığında ise, "sabaha kadar Mustafa ile dertleştik, çok yorgunum. Sonra görüşürüz!" diyip suratına kapattım.
Telefonu sehpanın üzerine bıraktığımda üzerimdeki yorganı tekrar kafama kadar çekip yastığa gömüldüm. Kafamı yastığa koymam ile çekmem bir olurken anında kaşlarımı çattım. Ben ne yapmıştım? Konuştuğum Buse'ydi ve ben sabaha kadar Mustafa ile dertleştiğimizi söylemiş, birde yüzüne kapatmıştım. Aferin Selin Seren, kocaman beş yıldızlı aferin sana!
Oflayarak yatağımdan kalktığımda karşımdaki boy aynasına gözümü diktim. Saçlarım dağılmış, gözlerimin altları da fazla uykudan dolayı şişmişti. Kendime, uzaylıymışım gibi bakışlar atarken pizza desenli çoraplarımı ayağıma geçirdim. Telefonumu tekrar elime aldığımda şarjımın çok az olduğunu görüp, şarja taktım.
Telefonum şarj olurken, sıcak bir duş alayım bahanesiyle, hatta yediğim halttan nasıl sıyrılacağımı düşüneceğim bahanesiyle, kendimi duş kabinine attım.
***
"Ben artık sana tek bir kelime bile etmeyeceğim. Görüşürüz, yani umarım!"
Sinirle telefonumu kapattığımda masanın üzerinde ısırılmış duran çikolataya baktım ve tekrar kocaman bir ısırık daha aldım. Sinirli anlarıma tek iyi gelen şey, mükemmel ilaç çikolataydı.
Evet, sinirle telefonu Buse'nin yüzüne kapatmıştım. Çünkü artık bu durum fazlasıyla gereksiz yere büyüyor, can sıkmaya başlıyordu. Hiçbir zaman bir başkasını dinleme gereksinimini bulmuyordu kendinde. Tam olarak bir bilgisi olmamasına rağmen, sanki her şey onun dediği gibi olmuş muamelesi yapıyordu. Nefret ediyordum, bu huyundan, hatta insanların bu genel huyundan nefret ediyordum.
Ardı ardına titreyen telefonuma göz diktim. Arayan Buse'ydi. Şuan ona çok sinirliydim, ve bu telefonu açarsam kalbini kırardım. Buse aramayı kestiğinde çağrı geçmişinden Mustafa'yı buldum ve hemen ara butonuna tıkladım.
Birkaç kez çaldıktan sonra telefonu uykulu bir ses açtı. Uykulu bir ses. Uykulu bir Alaybeyi sesi. Hafifçe gülümsedim, tamam biraz sesli gülümsemiş olabilirim. Ne gülümsemesi? Baya gülmüş olabilirim.
"Günaydıın uykucu Alaybeyi!" dedim heyecan dolu sesimle. Aynı şekilde cevap verdi, ama uykulu bir şekilde. Tekrar gülümseyip bugün ne yapacağını sordum. Bir planının olmadığını ve ders çalışacağını söyleyince de derin bir nefes aldım.
"Beraber çalışalım mı?"
Bir öksürük sesi. "Sen demiyor muydun, başkası varken konsantre olamam diyen?"
Bittim. An itibariyle bittim. "Evet," dedim düşünür bir sesle. Bir cevap bulmalıyım, heh!
"Evet, ama sen biri değilsin!"
Ne kadar da mükemmel bir cevap! Buradan, 1 - A sınıfında olan Selin arkadaşımızı tebrik edip alkışlıyoruz!
"Hadi ya," dedi ve güldü. Haklıydı. Gülmesi normaldi. Gülerdi. Böyle salağa kim olsa gülerdi. Bende gülerdim. Gülüyorum.
"Yani," dedim utanan ses tonuyla. Biraz daha konuştuktan sonra telefonu kapattım. Evet, Mustafa ile planımızı yapmıştık. Bir saat sonra beni almaya gelecekti, ve beraber kütüphaneye gidip ders çalışacaktık.
Telefonu tebessümle kapatırken üstten gelen bildirim canımı çoktan sıkıp, mimiklerimi değiştirmişti.
Gelen bildirim bir mesaj bildirimiydi ve Buse'den gelmişti. Mustafa ile ikimizin de telefonunun meşgul olduğunu söylüyordu. Pardon ne söylemesi, basbaya ima yapıyordu. Deli oluyordum!
Cevap vermeden telefonumu masanın üzerine bıraktım ve dolabımı açtım. Siyah kot pantolon ve boğazlı kırmızı bir kazağı üzerime geçirdikten sonra siyah çantama da çalışacağım kitapları ve kalemliğimi yerleştirdim.
Saçlarımı tepeden toplayıp, halka küpelerimi de taktıktan sonra pembe rujumu hafifçe sürdüm.
Annem, odaya birden baskın yapıp girdiğinde yüz ifadesi değişti. "Hayrola kızım, başımıza taş mı yağacak?"
Aynadan çapraz bir şekilde anneme gülerek cevap verdim. "Aşk olsun, sıradan bir Selin Seren mükemmelliği işte!"
Annem yanağıma bir öpücük kondurduktan sonra, bende iki yanağına öpücükler kondurdum.
"Bir şey yemeyecek misin?" diye sordu annem, merak dolu gözlerle. "Yok," dedim, "Mustafa ile yerim,"
Ve bir ağızdan kaçırış cümlesi, annemin soru işareti olmuş gözleri, anneme bakamayan ben.
"Ben, Buse ile takılacaksın sanıyordum,"
"Yani, hep beraber! Mustafa, ben birde Buse,"
"Eh, peki öyleyse,"
Annem cevabıma pek tatmin olmasa da ben tekrar yanaklarını öptüm ve telefonumu da çantamın küçük köşesine atar atmaz odadan çıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BERCESTE
ChickLit"Hepimiz kendi gezegenimizde yaşıyoruz. Peki, ya bu gezegene bir başkası girmeye çalıştığında? Belki kapılarımızı kapatıyoruz suratına, ama ya zorla girmeye çalışıyorsa? Ya da o sizin kaderinizse ve siz kaderinizi değiştiremiyorsanız? Belki de farkl...