"Günaydın!" dedim, siyah koltuklardan birinde oturan Mustafa'yı görüp. Öylece elindeki kitaba dalmış, etrafına bile bakmıyordu. Beni görünce sesin tanıdıklığını varsayarak kafasını kaldırdı ve tebessümünü yüzüne yerleştirdi.
"Günaydın," dedi neşeli bir ses tonuyla. Yine o kadar renkli koltuklarından içinde siyah olanını bulmuş, ve oturmuştu. "Ne okuyorsun?" diye sordum gülerek. Elindeki kitabı bana doğru çevirip portakal suyundan bir yudum aldı. "Sende içer misin?"
Elindeki portakal suyuna gözlerim iliştiğinde sadece "olur," dedim. Minik bir gülümsemeyle, "ben hemen geliyorum," dedi ve ayaklandı. Mustafa yavaş yavaş adımlarla ilerlerken okuduğu kitabı elime aldım ve adına baktım. Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna adlı kitabıydı bu. Kendisi okuduğum ve hayran kaldığım bir kitaptı. Sayfaları öylece çevirirken altı siyah bir kalemle çizilmiş olan satırlara denk gelmiştim. Merakla gözlerimi altı çizili olan satırlara denk getirip okumaya başladım.
"...türlü şekillerde karşıma çıkıyor, o müthiş ve ezici tebessümüyle beni kıvrandırıyordu. Ona bir şeyler söylemek, bir şeyler anlatmak, izahat etmek istiyor, fakat başarılı olamıyordum. Siyah gözlerinin keskin ifadesi çenelerimi kilitliyordu."
"Kitap hırsızı olduğunu söylememiştin,"
Elindeki plastik pipetli bardağı bana uzatırken, kocaman gülümsemesi de ona eşlik etmişken havasından geçilmeyen yakışıklı Mustafa bana seslenmişti. Kafamı kaldırıp burnuma ilişen kokuyla birlikte Mustafa'nın görüntüsüne baktım. Bir dakika, ben yakışıklı mı demiştim? Dememeliydim. Herkes olurdu, ancak Mustafa asla olmazdı.
Hemen tebessümümü yüzümden silip, ciddileştiğimde nazik bir ses tonuyla konuşup elindeki bardağı aldım. "Teşekkür ederim ve evet, tabii ki kitap hırsızıyım. Sende söz hırsızı olmalısın!"
"Nerden çıkardın onu?" dedi tekrardan gülerek. Yüzüne bakmayarak elimdeki kitabın sayfasını ona doğru çevirdim. "İşte buradan çıkardım!" dedim gülerek. "Ama güzel değil mi?"
"Ne? Ne güzel değil mi?" Şaşkınlığım karşısında gözlerinin içi gülerken işaret parmağını hafifçe kaldırarak kitabı işaret etti. "Satırlar diyorum, güzel değil mi?"
"Ha.. Evet,, çok güzel!"
Cümleyi toparlamaya çalıştığımda içimden kendime tekrar binlerce kez küfür ettim. Yine, yine ve yine rezil olmuştum.
***
"O zaman başka bir zaman tekrar görüşmek üzere," dedim, koltuğa asılı siyah çantamı alırken. "Aslında o başka bir zaman, mümkünse yarın olabilir."
Anlamsız bakışlarla Mustafa'ya baktım. Ne demekti bu şimdi? "Nasıl yani?" diye sordum, olduğum yerde sabit kalarak. Yutkunup konuşmaya devam etti. "Yarın yaş günüm, ve 19. yaş günümü seninle geçirmek istiyorum,"
Yüzümde hissedilen hafif kızarıklık, kalbe giren titreme ve nabızlarım da ki artış. "Yani neden, neden ben?"
"Bazen o kadar da sorgulamamak gerekir Selin," dedi yüzünü düzeltip, ciddi bir ses tonuyla. "Haklısın," diye çıktı dudaklarımın arasından basit bir kelime. Haklıydı. Aslında hayatta bazen de sorgulamamak gerekirdi. Çünkü aslında insan sorgulayıp sonucunda kötü şeyler öğrenmekten korkardı. Ama her türlü sorgulardı. Doğanın kanunuydu bu. Ancak Mustafa sorgulanmalıydı. Mustafa ile ben sorgulanmalıydık. Biz bile diyemiyorum ki, belki de çoktan sorgulayıp sonuca ulaşmışımdır.
"Cevabını alalım,"
Mustafa'nın meraklı gözleri ve cevabını alacağı sorudan emin olmuş mimikleri beni ne kadar üzse de, tek seferde "olmaz," diyebildim.
Allah'ım yerin dibine girmeliyim şuan. Mustafa'ya çeviremedim gözlerimi. "Neden olmaz? Niye sürekli mesafelisin Selin?"
Kafamı kaldırıp bana hayal kırıklığı ile bakan Mustafa'ya baktım. Onu kırmıştım, ancak bana bağlanmasına izin veremezdim. "Olmaz Mustafa. Üzgünüm, sorma. Lütfen sorma,"
Kendimi toparlayıp hızlı adımlarla Mustafa'nın yanından uzaklaştım. Dolan gözlerime asla komut veremiyor, bir şekilde durduramıyordum. Beni bu kadar üzen şey neydi, bu kadar bağlı olmam normal miydi? Bilmiyordum. Yanağıma süzülen gözyaşını tek seferde sağ elimle silerken, çantamda titreyen telefonuma elimi attım. 'Sista💖' adlı çağrıyı reddettim. Arayan Buse'ydi ve şuanda onunla konuşacak durumda değildim.
Bana doğru ilerleyen taksinin birini durdurdum ve hemen atladım. Hıçkırık tutmaya başladığında camı açtım, ve biraz derin nefes aldım. Küçüklüğümden beri çok üzüldüğümü hıçkırık tutmasından bilirdi ailem. Sonra sorup soruştururlardı neden üzüldüğümü. Şimdi annem için bunun neden bu kadar önemli olduğunu anlamıştım. Kendimi anlıyordum. Çok üzülmüştüm, ve Mustafa'ya da bir o kadar bağlıydım.
Titreyen telefonuma tekrar baktığımda arayanın Mustafa olduğunu gördüm. Telefonumu uçak moduna alıp tekrar çantama attım. Konuşmak istemiyordum. Kimsenin yüzünü görmek, kimseyle konuşmak istemiyordum.
"İyi misin güzel kardeşim?"
Seslenen taksiciye çevirdim gözlerimi. Yüzü nurlu, bıyıklı, yaşlı bir amcaydı. Gülümsedim. "İyiyim amcacığım,"
"Nereyeydi istikamet kızım?"
Doğru ya. Üzüntüden nereye gideceğimi bile söylememiştim taksici amcaya.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BERCESTE
ChickLit"Hepimiz kendi gezegenimizde yaşıyoruz. Peki, ya bu gezegene bir başkası girmeye çalıştığında? Belki kapılarımızı kapatıyoruz suratına, ama ya zorla girmeye çalışıyorsa? Ya da o sizin kaderinizse ve siz kaderinizi değiştiremiyorsanız? Belki de farkl...