Dolabımın karşısına geçtiğimde askılıkta gördüğüm ilk elbiseye doğru elimi uzatmıştım. Omuz kısmı açık, üzerinde kırmızı çiçekleri olan sarı bir elbiseydi bu. Dizimin bir parmak kadar üzerinde olması da benim için oldukça rahat bir seçimdi. Topuz olan saçlarımı açıp uçlarını hafif dalgalandırdım. Sade bir makyaj yaptıktan sonra sehpanın üzerinde duran telefonuma uzandım, ve Buse'yi aradım. Birkaç çalmasından sonra Buse telefonu nazik bir şekilde açtı, nerede buluşacağımızı ayarladıktan sonra telefonu kapatıp evden çıktım.
***
"Çok mu güzel görünüyorsun?"
Bana doğru tebessüm eden Mustafa'ya baktım. Kahve içmek üzere bir kafeye oturmuştuk. Daha sonra buradan lunaparka gidecek ve birkaç parça eşya almak için alışverişe çıkacaktık. Tebessüm edip Mustafa'nın gözlerine baktım. "Nereden çıkardın güzel olduğumu?"
Mustafa'nın alaycı gülümsemesi, dudaklarının kenarını çoktan kıvırmıştı. "Ben güzelden anlarım," dedi, gözlerini kısıp. Mustafa'ya büyülenmiş bir şekilde bakarken, masaya çoktan dönen Buse'yi ikimizde farketmemiştik."Gençler, ben kalkabilirim isterseniz!"
Buse'nin biraz kıskançlık, biraz da alaycı sesini umursamadan gözlerimi Mustafa'dan aldım ve Buse'yi döndüm. "Bil bakalım, kimi de dahil ettim programımıza?"
Buse'nin neşeli çıkan sesine gülümsedim. "Furkan ile Burak'ı mı?" Buse gözlerini devirip masanın üzerindeki titreyen telefonunu hemen çekti, bir çırpıda açtı. "Geldin mi? Ah, tamam! Aynen, en köşedeki cam kenarına bakan masa! Evet, bekliyoruz!"
Buse'nin heyecan dolu telefon konuşmasını dinleyip kapattığında tekrardan sordum. "Biz tanıyor muyuz?"
"Hemde çok yakından!" dedi Buse, kafasını kaldırıp bize doğru yaklaşan gölgeye bakarak. Kafamı kaldırıp saçlarını yana doğru çeken adama baktım. Olamaz! Bu kişiyi tanıyordum! Hemde fazlasıyla yakından! Emre'ydi bu! Gözlerimi devirip lavabo izni aldığımda masadan yavaşça kalktım. Emre'nin yanından yavaşça geçerken, bir el bileğimi sıkıca olduğum yere sabitlemişti bile.
Önce bileğimi çevreleyen bu ele baktım. Daha sonra beyaz tişörtünde gezdi gözlerim. Bu elin sahibi Emre'ydi. Gözlerimi gözlerine ulaştırmadan sakince konuştum. "O elini çek!"
Göremiyordum, ancak güldüğünü rahat bir şekilde hissedebiliyordum. "Sana o elini çekmeni söyledim Emre!"
Mustafa ve Buse bizi anlamaya çalışırcasına bakıyorlardı. Emre'nin bedenine sinmiş olan losyonun kokusunu almıştım. Kulağıma yavaşça eğildi. "Çekirge bir zıplar, iki zıplar, üçüncü de yakalar Selin Arslan,"
"Her şeyi unut, bunu unutma." dedi tehditkâr bir sesle. Gözlerimi devirip kaşlarımı çattım. "Acizsin. Sende her şeyi unut, bunu unutma!"
Bileğimi ellerinden kurtarıp hızlı adımlarla lavaboya koştum. Artık ne yapacağımı bilmiyordum. Aynanın önüne geçtiğimde, çantamdan çıkardığım parlatıcı ile dudaklarıma hafif dokunuşlar yaparken çantamdan gelen titreşime doğru uzattım elimi. Telefonu elime aldığımda gelen mesaj bildiriminin kimden olduğuna baktım. Emredendi bu! Derin bir nefes alıp mesaja baktım.
Gönderilen Mesaj : Bu konu burada kapanmadı. Bir daha ki görüşmemizde daha farklı şeyler olacak, emin olabilirsin. Kaçabildiğin kadar kaç, bu şehir senin.
Kaçabildiğin kadar kaç, bu şehir senin. Bu ne demek oluyordu? Neler oluyordu, neler bitecekti? Neler başlayacaktı? Ya da bu hikayede de hiçbir suçu olmayan, en ağır şeyleri mi çekecekti? Peki, asıl bu hikayenin Berceste'si kimdi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BERCESTE
ChickLit"Hepimiz kendi gezegenimizde yaşıyoruz. Peki, ya bu gezegene bir başkası girmeye çalıştığında? Belki kapılarımızı kapatıyoruz suratına, ama ya zorla girmeye çalışıyorsa? Ya da o sizin kaderinizse ve siz kaderinizi değiştiremiyorsanız? Belki de farkl...